ZULMÜN KARANLIĞINA KARŞI MERHAMETİ KUŞANMAK

Dünyamız; Barbarlığın, saldırganlığın, arsızlığın, zulmün ve kan içiciliğin neşvü-neme bulduğu bir dönemi yaşamaktadır. Bu durum, yeryüzünde merhametin askıya alındığı, güvenin, yârenliğin, dostluğun, insan kardeşliğinin unutulduğunun göstergesidir. Zira merhamet ve zulüm, paradoksaldır. Biri, diğerinin antitezidir. Merhamet, varlık dünyasında tüm canlılar için yeryüzünü emin kılmaktır. Zulüm, kendisinden saymadığı varlıkları imha ederken; merhamet, herkes için diriltici bir soluk olmaktadır. Mevlana, “Susuzun su için inlediği gibi, su da susuzluğunu gidereceği bir dudak arar” diyerek kâinatta var olan ahenge ve dengeye dikkat çekmektedir. Aslında herkes ve her şey birbiriyle ilintilidir. Biri diğerinin varlık sebebidir. Su arayan dudak olmazsa suyun bir anlamı, su olmazsa hayatın bir anlamı olmaz. Erkek olmazsa kadının, kadın olmazsa erkeğin bir anlamı olmaz. Müslüman’ın olmadığı bir arz parçasında ezanın, Hristiyan’ın olmadığı yerde çan sesinin, spor müsabakalarının olmadığı yerde tezahüratın, öğrencinin olmadığı yerde öğretmenliğin ve hastanın olmadığı yerde doktorluğun bir anlamı olmaz. Birinin yekdiğerine ihtiyacı vardır. Bu, evrende dengeyi ve ahengi sağlar. Kemal Sayar, “Batı psikoloji öğretilerinde ‘merhamete’ pek az yer verilmiş olmasına şaşmamak gerekir. Gerek Nietzsche, gerekse Freud için bilinçdışı, dışarıya çıkma imkânı bulamayan zalim ve vahşi içgüdülerin alanıdır. İnsan tabiatının özde ‘merhametle’ dokunduğunu söyleyen Doğu öğretilerinin aksine, Batı geleneği insan tabiatının özünde zalim olduğuna inanır. İnsan, bu görüşe göre, kötü mizaçlı bir varlıktır. Batının binlerce yıllık tarihi; kitle halinde çarmıha germeler, işkence odalarının icadı, dünya savaşları, soykırım, etnik temizlik gibi günahlarla tıka basa dolu. Tamahkarlık, köle ticaretini yeşertmiş ve yerli halkların boyun eğdirilip acımasızca sömürülmesine yol açmıştır” diyerek Batının gerçek çehresini ortaya koymuştur. Marksist düşüncenin zirvesinden İslam’a dönüş yapan ve İslam’la hayat bulan ünlü düşünür Roger Garaudy, “Batı, tarihin en büyük canisidir” diyerek bilinen gerçeği özetlemiştir.
 

Batının düşünce tarihinde, “İnsan doğarken, günahkâr olarak doğar. Bu günahkâr varlık, vaftiz edilerek arınır” inancı hakimdir. İlginçtir batı, önce ‘günah’ yaftasını yapıştırır, sonra bu günahtan onu arındırarak kendi hegemonyası altına alır. ‘Günahkâr’ insan da, kendisini arındıran güce karşı büyük bir minnettarlık duyarak, hegemonyayı kabullenir. Oysa İslam Öğretisinde, “doğan her çocuk İslam fıtratı üzerine doğar ve masumdur. İster Hıristiyan, ister Yahudi, ister ateist bir anne-babanın çocuğu olsun. Bu çocuk masum olarak doğar. Akıl baliğ oluncaya, doğruyu yanlıştan ayırt edebilecek noktaya gelinceye kadar bu süreç devam eder. İslam nizamında ‘Vaftiz’ müessesesi yoktur. Allahtan başka hiçbir güç, günahkarı arındıramaz, affedemez ve bağışlayamaz.
 

Batı tasavvurunda, “İnsan insanın kurdudur. Büyük balık, küçük balığı yutar. Dünyada mücadele ve rekabet esastır. Altta kalanın canı çıksın” paradigması vardır. Batının bu tasavvuru, sanki hayvanlar arasındaki ilişki baz alınarak düşünülmüş bir tasavvurdur. Çünkü, hayvanlar arasında güçlünün güçsüzü ezmesi, büyük balığın küçük balığı yutması, üstte kalmak için bütün gücünü kullanması ve hayatta kalmak için sınırsız bir mücadeleye girişmesi gayet doğaldır. Zira hayvanlar, ‘merhamet’ denen ölçüyle hareket etmezler. ‘Merhamet’ kavramı, Eşrefi mahlukat olan insanın fıtratında mevcuttur. Eğer siz ‘Merhamet’ kavramını söküp atarsanız, insanı hayvan seviyesine indirirsiniz. Merhametten yoksun bırakılan insan, hayvanın yapamadığı tahribatı, zulmü ve zorbalığı yapar. Merhametsiz insan, hayvanın yapamadığını aklıyla daha sistematik, daha komplike ve daha tahripkâr zulümlere ve zorbalıklara imza atar. Kuranın tabiriyle, “Hayvandan da daha aşağı” bir seviyeye iner. İki dünya savaşını çıkarmak, Nagazaki ve Hiroşima gibi büyük şehirleri alt-üst ederek milyonlarca insanın ölmesine ve sakat kalmasına sebep olmak, ancak ‘merhamet’ ile tüm irtibatlarını kesmiş sözüm ona bir insan yapabilir. Bunu hayvanlar asla yapamaz.
 

İslam tasavvurunda, ‘Mücadele’ paradigması yerine ‘Muavenet=Yardımlaşma’ paradigması vardır. Medeniyetimiz, ‘Muhacir’, ‘Ensar’ sütunları üzerine inşa olmuştur. Muhacirin, garibanın, gurebanın, mazlumun, mağdurun, yoksulun, yetimin yardımına Ensar, ‘Merhameti’ kuşanarak koşar. Ona yardım etmeyi görev bilir. Eğer yeryüzünden merhameti söküp atarsanız, yeryüzü cehenneme dönüşür, merhametin ruhundan yoksun kalarak çoraklaşır, yaşanmaz hale gelir. Bizleri ayakta tutan merhamettir. Asrımızın Neronlarına, Firavunlarına, Nemrutlarına ve zorbalarına karşı insanlığın yanında durarak, dünyamızı tüm varlıklar için emin bir yer kılmak adına merhameti kuşanmak gerekir.
Çocuklarımız bizim geleceğimizdir. Onlara şefkati, merhameti, dostluğu, yârenliği öğretmek, bu ruhla onları donatmak durumundayız. Empatiyi, isarı, erdemi esas alan bir yaklaşımla onlarla hemhal olmak, hemdert olmak, onların mutluluğunu mutluluğumuz bilmek, medeniyet tasavvurumuzun gereğidir. Merhamet, başkasının acısını düşünebilmek ve hissedebilmektir. Merhametin zirvesi adanmaktır. Bir Bilge kişi, “Hiçbir tohum, çiçeği göremez. Var olmak, yok olmayı göze alabilenlerin işidir. ‘Hiç’ dediğimizde, ‘hep’ demiş oluruz.” “Kalpten kalbe” giden yolda “Muhabbet Fedaisi” ve Merhamet işçisi olmak ne büyük bir saadet!...
 

YORUM EKLE