Şanlıurfa kültürel, tarihsel, tarımsal, zihinsel kaynağa ve zenginliğe sahip bir şehir… Peki şehrimiz bu kadar önemli bir potansiyele sahip olduğu halde, neden hak ettiği yeri alamıyor? Neden ekonomide, eğitimde, bilimde, şehircilikte hep gerilerde kalıyor? Neden omurgalı siyasetçiler çıkaramıyor?
Bunun sebeplerini aslında hepimiz zaman zaman dillendiriyoruz. Başlıcalarını yeniden zikretmek gerekirse; Hasetlik, aşiretçilik, çıkarcılık ve yalakalık… Şanlıurfa’nın kalkınmasını ve hak ettiği yere gelmesini isteyen herkes bunlarla mücadele etmeli. Aksi halde dünyanın en eski ve derin tarihi, en lezzetli yemek kültürü, en bereketli toprakları burada bulunmasına ve en zeki insanların Şanlıurfa’dan çıkmasına rağmen bu özelliklerini pazarlayamayız. Sorunları irdeleme anlamında tek tek ele almak gerekirse…
Hasetlik: Şanlıurfa’da insanlar, bulunduğu yerde başarılı olmanın yollarını aramak yerine başarılı olanlara çelme takma planları yapar. Memuru da, çiftçisi de, esnafı da, siyasetçisi de kendi alanında olmayanların bile işleri ile uğraşır, kafa yorar ve bir şekilde başarısını engellemek ister. Yardımlaşma, destek olma, paylaşma kültürü giderek zayıflamaktadır.
Aşiretçilik: Kentte ehliyet ve liyakat kriterinin baş düşmanı aşiretçiliktir. Geri kalmışlığımızın da baş sebebidir. “Aşiretimden olsun, ne olursa olsun” anlayışı; bürokrat atamasından, aday seçimine, personel alımından, meslek odası ve dernek başkanlığı belirlenmesine kadar yerleşmiş ciddi bir sorundur ve mücadele edilmesi gereken bir husustur.
Çıkarcılık: Her şehirde vardır ancak Şanlıurfa’da bireysel çıkarcılık her türlü ortak değerin üzerindedir. “Ortak hareket etme” ve “birlikte kalkınma anlayışı” neredeyse yok denecek kadar azdır. Şehirde başarılı olmuş tek bir kooperatif yoktur. STK’ların ve toplumun birlik olup yetkilileri usandırırcasına kentin önemli bir sorununa çare aradığını da göremezsiniz. Faruk Çelik döneminde bunun en bariz örneklerine denk geldik. Dönemin Bakanı Çelik, ziyaret ettiği aşiretlerin meclis üyeliği, derneklerin daire başkanlığı, muhtarların İŞKUR kontenjanı isteme talepleriyle karşılaştı hep. Ve bu durum siyasetçilerin de işine geldi. Öyle ya kentin önemli erklerinin partilerini destekleme sözü karşılığında örneğin, Urfa’ya toplu ulaşım sorununu çözmek amacıyla bakandan metro sistemi istediğini düşünün. Çok daha zor ve maliyetli bir talep olurdu.
Yalakalık: Şanlıurfa’da yaygın olan tabiriyle yellehçılığ… Tam bir baş belası durum ve adeta ruhumuza işlemiş. Ne yazmakla ne anlatmakla ne de eğitimle sökülüp atılacak cinsten bir hastalık türüdür. Arkasından konuştuğumuz, yerden yere vurduğumuz, hiç beğenmediğimiz bir zengin veya makam sahibi karşımıza çıktığı an başlıyoruz onu hoş edecek kelimeler sarf etmeye. Bir gün esnafın birisi birlikte yürüdüğüm gazeteci arkadaşımla yakaladı bizi ve işsizlikle ilgili veryansın etti. Anlattıklarını ise ismini vermeden gazetede yazmamızı ve gündemde tutmamızı istedi. Yukarıdan bir milletvekili seçim çalışması kapsamında dükkan dükkan gezdiğini gördük ve karşılaşmamak için esnafın yanından ayrıldık. Çok dertli olan bu esnafın milletvekiline neler söyleyeceğini merak ettiğimizden uzaktan izledik. “Bu hükümet bizi mahvetti, günlerdir siftah etmiyoruz, yetmemiş gibi maliye ve bağkur belimizi büktü” diye bize sitem eden esnaf, vekile “çay içmeden vallahi sizi bırakmam, sizi çok seviyoruz bize şeref verirsiniz” gibi ifadelerle yağcılık yapmaktan geri durmadı. Tek bir sitemini dahi dillendirmedi vekile. Her gelenle tartışsınlar demiyorum ama insan hafiften de olsa yaşadıkları sıkıntıyı hiç mi dile getirmez!
Herkes herkesin arkasından konuşur ama yüzüne karşı veya sosyal medyadan metheder durur Şanlıurfa’da.
İşte hal-i pürmelalimiz böyle.