Uzun zamandan sonra sizlere olan yazımı yetiştiremez oldum, bir o kadar da içimde ki konular ve çözümlerimiz artmış bulunmakta. Sizlerle tekrar buluştuğum için de çok mutluyum. Bugün şehrimizin kabuklaşmış bir yapısını ele almak için kalemimi ele almış bulunuyorum. Bu hangi konu diye merak edenler muhakkak başlıktan anlamışlardır. Tabi ki memleketimizin bazen acısını tattığımız bazen de tatlı yanlarını gördüğümüz bir konu; Siverek’te Kavmiyetçilik konusunu ele alacağız. Kavim ne demek, kavmiyetçilik kelimesinin kökeninden başlayarak olursak; Aynı soydan gelen, töre, dil ve kültürleri bir olan insan topluluğu anlamına gelen kavim (kavm) "ırk, millet" mânasında da kullanılır. Kavmiyetçilik ise; Yeni bir kavram olan kavmiyye de (kavmiyetçilik) "milliyetçilik, ırkçılık" anlamındadır. Arap dilcileri, kavim kelimesini genellikle tekili olmayan topluluk ismi olarak değerlendirmişlerdir. Kavmiyye, Arapça'da milliyetçilik kavramını karşılamak için modern dönemde ortaya çıkmış bir kelimedir. Ayrıca kavm karşılığı olarak ümmet kelimesi de kullanılır. Kur’an-ı Kerim’de ise kavim topluluk manasında karşılık bulundurmuştur.
Siverek, kavmiyetçiliğin kabuk tutmuş hali midir?
Tarihin en eski yerleşim yerlerine ışık tutan ve sevginin, dayanışmanın, ticaretin, geleneklerin, kültürlerin beşiği olarak da anılmaktadır. Siverek, sönmüş, bir yanardağ olan Karacadağ'ın batısında, Fırat'a doğru uzanan bölgede, Diyarbakır-Şanlıurfa-Adıyaman arasındaki üçgende kurulmuş bir şehirdir. Tarihi, Sümer ve Asurlulara kadar uzanan şehir, Asurlular döneminde yığma bir tepe üzerine inşa edilen kale etrafında kurulmuştur. Şehire hükmedenler tarafından zaman zaman onarılan kalenin son olarak Bizans İmparatoru II. Costantin tarafından Diyarbakır'a gelecek saldırıları önlemek ve çevredeki önemli yolları kontrol altına almak amacıyla yeniden tamir ettirilmiştir. Tarihte pek çok medeniyetlere beşiklik eden ve değişik milletlerin hâkimiyetine giren Siverek, Milattan sonra Araplar, İranlılar, Bizanslılar, Selçuklular ve Osmanlı İdarelerinde çok mamur günler geçirdiği gibi, 1400'lerde Timur'un tahribatından nasibini alan Siverek sırasıyla Mısırlıların (1426), Akkoyunluların (1435), İranlıların eline (1451) geçmiştir. Yavuz Sultan Selim'in Ridaniye Savaşı dönüşünde (1517) Osmanlı idaresine geçen şehir, İranlılar tarafından tekrar zapt edilmişse de, bu uzun sürmemiş, 1535 yılında Kanuni Sultan Süleyman tarafından tekrar Osmanlıların idaresine geçmiş ve Harput eyaletine bağlı bir kaza merkezi yapılmıştır. Şuan ise Siverek Türkiye Cumhuriyetinde ise Şanlıurfa’nın bir ilçesi olarak geçmektedir.
Bu kadar medeniyete ev sahipliği yapmış bir yerin muhakkak ki yukarıda ki medeniyetlerden geçmişten günümüze gelen insanları halen Siverek’te yaşamakta, hayatını idame etmektedir. Siverek bilindiği üzere hem gelenek ve medeniyet bakımından kozmopolitik topluluk bir yer. İnsanlar, ticaretlerini ve temel yaşama içgüdülerini geliştirmek için kendi algılarında bir koruma içgüdüleri veya savaş kaç algısını oluşturduklarını görmekteyiz. Bu saydıklarım savaş kaç veya koruma içgüdülerini aktif veya geliştirmek için koruma kalkanları veya insani bir güce ihtiyaç duymaktadırlar. Mesela; aynı kavme sahip olmayan iki insan, bağımsız bir mekânda fiziki ve sözlü tartışmaların ortasında olunduğunda, bu sorunu çözme işlevi o olayın iki başkahramanlarının çözüme kavuşturması gerektiğini toplum sözleşmelerinde şahit olmaktayız. Ama lakin Siverek’te ki kavmiyetçilik bu sorunu karşılıklı iki toplumun veya kavmin çatışması haline getirildiğini görmekteyiz. İnsanlar, hak bulduğu kavmiyetçiliği farklı yönde de kullanmaktadırlar. Mesela ticari bir alanda geniş bir kavme sahip bir birey şahsının mevcudiyetinde rakip bireylerden daha fazla, adaletsiz, paylaşıma kapalı bir kazanç elde etmesi mümkündür. Siverek’te ise bu kavmiyetçilik tam anlamıyla kabuk bağlamış durumdadır. Bu örnekler dileğince çoğaltılabilir, düzenlenebilir. Ama lakin şahsımın kanaat verdiği düşünce; Kavmiyetçilik, hoşgörüdür, sevgidir, paylaşmaktır, ümmetçiliktir, barıştır. İnsanlar kendi yaşadığı ve oluşturduğu toplumsal normlar veya kurallar doğrultusunda yaşadığı sürece ne kavmiyetçiliğe ne de hak üstünlüğü çabasına ihtiyaç duymazlar. Her birey hürdür, özgürdür, kendi iradesine sahiptir. Unutmayın, çoğu insan Âdem’den gelme mitolojisine veya dini benimsemelere göre herkes bir kavmin üyesidir.
Yazı İçin tşk ederim.İnsanlar kendi yaşadığı ve oluşturduğu toplumsal normlar veya kurallar doğrultusunda yaşadığı sürece ne kavmiyetçiliğe ne de hak üstünlüğü çabasına ihtiyaç duymazlar yazmışsınız ama çözüm Allah ın kurallarına uymaktır