Türkiye ile Avrupa Birliği'nin ilişkileri 31 Temmuz 1959 yılına dayanır. O gün Avrupa Ekonomik Topluluğu olan birliğe ilk başvuru yapılır. Sonradan Avrupa Birliği olarak bugünkü ismini alan topluluk, o gün bu gündür ülkemizi kapıda bekletmeyi türlü bahanelerle başarmış.
Tam elli sekiz yıldır bu kapıda bekletiliyoruz. O gün, ilk başvuru tarihinde yönetimi ellerinde bulunduran politikacıların AB'ye müracaat gerekçelerini anlarım. Aslında köşem elverseydi sizlere tek parti iktidarından 27 Mayıs 1960 darbesine kadar geçen süreci özetleseydim mesele biraz daha anlaşılır olurdu. Bu yazının konusu o değil.
Birliğe müracaat tarihi olan 1959 Temmuzu, Türkiye'de mevsimsel sıcaklığın yanı sıra politika ve siyaset arenasının ısınmasından dolayı nefes almak bile zorlaşmıştı. CHP'nin beyaz Türklük histerisi ile DP'nin ben yaptım oldu mantığı çakışınca, Üniversite gençliği oyuna getirilerek ayaklandırılır. Ekonomik daralma yaşayan ülkenin üzerine, Cumhuriyet tarihinde ilk olarak yaşanacak olan darbenin ayak sesleri de duyulmaktadır. Artık meclis binasına asker gölgesi düşmüştür. Normal şartlar altında iktidara gelemeyen CHP bu durumu fırsata çevirmiştir. CHP Genel Başkanı İsmet İnönü o tarihi sözünü söyleyecektir: '' Şayet böyle devam ederseniz, sizi ben bile kurtaramam.'' Aslında asker kurumunu siyasete alet eden, iktidarı askeri vesayette arayan anlayıştan ancak bu açıklama beklenirdi?
Muhalefetin, askeri vesayetin ve öğrenci olaylarının çığırından çıktığı, zamların ve işsizliğin finale koştuğu bir dönemde, memleketin zenginleri ise maalesef bu ortamdan nemalanma peşindeydiler. Bu tablo size tanıdık geldi değil mi? Esefle belirtmeliyim ki, bu gün de zenginlerimizin büyük bir kısmı doların ülkemizdeki tahribatına çanak tutmaktan geri durmuyorlar. Sayın Cumhurbaşkanımızın onca tavsiyelerine rağmen çok az zenginimiz dolar ile iş yapmaktan vazgeçmiştir. Neyse. AET'ye yapılan müracaat olayları önleyememiş, yaşanan devalüasyon ile Türk Lirası dolar karşısında 7 kat değer kaybına uğramıştır. Bu yetmezmiş gibi o günün SSCB'si olan bu günün Rusya'sı Doğu Bölgelerindeki birkaç ilimiz için hak iddiasında bulunmuştu. Bu durum Türkiye'yi tamamen batının kucağına oturtmuştur.
Artık bu gün o uğursuz kapıda bekletilen ülkemiz liderlerinin kendi halkına sunacağı bir mazereti kalmamıştır. Artık askerin siyaset üzerindeki vesayeti onbeş yıl boyunca azaltılıp; 15 Temmuz 2016 tarihi itibarıyla milletin de desteğiyle tarihin çöplüğüne atılmıştır. Artık halk kendi seçtiği siyasetçilerine korkusuzca sahip çıkma erdemini göstermiştir. Bu millet üzerine düşeni fazlasıyla yapmıştır. Bundan sonrası, siyaset kurumunun üzerine düşeni kendi halkı için yapmaya çalışması gerekir. AB'den açılması beklenilen fasılları kendisi halkına açmalıdır. Bürüksel kriterleri değil, artık vakit kaybetmeden ANKARA KRİTERLERİ devreye sokulmalıdır. Siyaset arenasındaki alternatiflerimiz çoğalırken AB ise siyasal ömrünü tamamlamış; birlik içindeki ülkeler yavaş yavaş birliği terk etme telaşına düşmüşlerdir. Birliğin şımarık çocuğu olan Yunanistan'ın onların paraları ile ayakta tutulması, mülteciler konusunda yap-a-madıkları, insan hak ve özgürlükleri hususunda dünyaya rezil olan AB, bu utançla daha fazla yaşayamaz. Birlikteki yirmi dokuz üye ülke, ABD ve İngiltere'nin toplam aldığı göçmen sayısı, Türkiye'nin beşte biri kadardır. Yaşasa bile basiretsiz zenginler kulübü olarak yaşamını sürdürür. Kendisinden başka kimseye faydası olmayan bir birliğin bize ne faydası olur? İnsan hakları kuru sözlerden ibaret değildir! Türkiye, Sayın Cumhurbaşkanımızın deyimi ile artık ''Ankara Kriterlerini bir an önce hayata geçirip üyelik başvurusunu geri çekmelidir. Göreceksiniz AB tutuşacaktır. Üyelik sürecinin sonlanmaması için her türlü şaklabanlığı yapmaktan geri durmayacaktır.
Son günlerde yaşanan olaylar, onların içyüzlerinin dışa yansımasından başka bir şey değildir. Yaşanan bu hak ihlallerini kınayan bir ülke duydunuz mu? Duyamazsınız, duymayacaksınız da! Durum bu iken, kendi içinde bile özgürlükleri hazmedemeyen bir birliğe üye olsan ne yazar! Ülke olarak insanlık, özgürlük, uygarlık ve ahlak değerlerini bunlardan mı alacağız? Bunların geçmişleri gibi gelecekleri de kirlidir. Unutmayın ki bu birliğe üye ülkelerin sömürge kolonileri, ABD kıtasına gidip oradaki yerlileri katletmişlerdir. O gün beyaz ülkenin yükselen temellerinde yerlilerin kanları vardır. Bunların kurulu düzenlerinin devam şartı, diğer düzenlerin yıkımını icap ettirir. Başka ocakları sündürme anlayışı üzerine kurulu düzenlerdir bunların düzenleri. Bunların merhameti, iki kuruş için ülkelerine sığınmış göçmenlerle alay edip topluluk içinde dans oynatmaktır! Bunların merhameti, onca karabalık içinde bir göçmenin sırtına işemektir. Bunların merhameti, kara Afrika'nın altın rezervini çalmaktır. Bunların merhameti, siyasi ve politik nezaketi ayaklar altına alıp; bakanlarımızı bile kendi büyükelçiliğimize sokmamaktır. Bunların merhameti, kendi vatandaşı olan Türkleri coplamak, köpek ve atlarla saldırmaktır.
Aslında bu olup bitenlere bir anlam veriyorum! Benim öfkem, bu zihniyeti tanımayanlaradır! İyiliği, güzelliği, refahı, adaleti, demokrasiyi, insan haklarını ve terakkiyi bunların katında arayanlaradır. Beş parasız bir insandan para isteseniz size para verebilir mi? Ekmeğe muhtaç bir insan sizin açlığınızı giderebilir mi? Hayır gideremez. Çünkü ekmek bulsa karnını doyurur. Türkiye olarak biz de bu adamlarda olmayan bir şeyi ısrarla istiyoruz. Hem de altmış yıldır istemeye devam ediyoruz. Kendi insanımıza kendi kriterlerimizi sunmalıyız. Bizim olmayan kriterler bize uymaz. İnsanlık olarak uymaz, siyaseten uymaz, evrensel değerler manzumesi olarak uymaz. Ahlak, kültür, edebiyat, örf-adet olarak uymaz. Bu uygar(!) milletler cemiyetine girmenin bir şartı var aslında. Cesaret edip o şartı yerine getirirseniz sizi AB'ye alırlar. Kimliklerinizdeki ''DİNİ'' ibaresine Hıristiyan yazarsınız olur biter(!) Çünkü bu birlik, Hıristiyan birliği olduğunu birkaç kez yaptıkları ile ispatladı. O kapıdan girmenin şartı budur. Aksi takdirde bir altmış yıl daha beklersiniz.