İşini Doğru Yapmak

Geçen günlerde bir diş doktoruna dolgu için gitmiştim. Üç tane dişimi dolgu yaptı. Kendisini daha önce biliyordum. O da beni tanıyordu. Yıllar önce eşimin asi olan bir dişini ancak o çekebilmişti. O zamandan bugüne değin kendisine müteşekkir, gördüğüm yerde selam verir saygıda kusur etmezdim. Kendisine:
 

-Hocam insanlar sizden memnun, dertlerine deva olduğunuzdan ötürü dualarını eksik etmiyorlar dedim.
 

-Ben eskisi gibi değilim, artık yoruldum yıprandım. Zaman zaman psikiyatriye gitmeyi bile düşündüğüm oluyor, zira psikolojim iyi değil. Artık işimi itina ile yapamıyorum dedi. Ben sözü uzatmak istemediğimden dolayı sustum. Belki kendisini yıpratan durum hastaların hoyratça tutum ve davranışları ya da ailesinden kaynaklı bazı özel durumlar olabilirdi. Dişlerimi dolgu yaptıktan sonra teşekkür edip çıktım. Aradan bir ay gibi bir zaman geçtikten sonra, bir dişim ağrımaya başladı. Üç gün hekime gitmedim, belki sızısı kendiliğinden durur diye. Ağrının dozu gittikçe artıyor eksilmiyordu. Hemen bizim Sağlık Sen başkanından bir sıra almasını talep ettim. Zira öğleden sonra saat 14.30 civarıydı. Aslında gönlüm yine geçiştirme derdinde idi. Sağ olsun Sefer Başkan randevuyu ayarladı. Bana, yarım saat sonra doktora git dedi. Hastaneye gittiğimde saat üç civarı idi. Hemen sıramı alıp beklemeye başladım. Yaklaşık on dakika sonra beni içeri aldılar. Genç ve güzel bir doktor beni karşıladı. Nişan Hanım. Dişime bakıp filme gönderdi. Gidip çektim, filmler internet aracılığı ile doktor hanımın bilgisayarına atıldı. Geldiğimde bu iyi olmamış deyip kendisi gelip tekrar çekti. Her işlemden sonra üç kez kendisi çekti üç defa da filmde görevli kişi çekti. Tam bir saat dişimle uğraştı. Sanki kendi dişi ile uğraşıyor üzenini gördüm onda. Allah razı olsun hidayetini artırsın, sağlıklı nice günler dilerim Nişan Hanım'a. 
 

Halka dönük hizmet üreten meslek gruplarında istihdam edilen insanlar, keşke hep böyle işlerini dosdoğru yapsa. Yıllar önce rahmetli babamı Dicle Üniversitesinde yatırmış, tam kırk gün sonra yanlış bölüme yatırmışsınız demişti bir doçent. Ağabeyim, kırk gündür aklın nerdeydi doçent efendi diye çıkışmıştı. Yine birkaç yıl önce bir yeğenim, kırılan kolu için hastaneye gitmiş; onu operasyon için hazırlayanlar sağlam kolunu ameliyat etmişlerdi. Kırığı göremeyince ancak yanlış yaptıklarının farkına varmışlardı.
 

Türkiye'de gün geçmiyor ki ameliyat esnasında sargı bezi, makas, bıçak ya da başka bir alet hastanın organlarında unutulmuş olmasın. Tamam, bazı ameliyatlar gün boyu sürüyor olabilir. Doktorlar ve hemşireler yorgun ve bitkin düşmüş olabilir, lakin işlerinin bu son kertesini üzenle yapmadıklarının göstergesidir malzemeyi hastanın vücudunda unutmak. Kim bilir belki bu unutkanlık hastanın hayatına bile mal olabiliyor. Şanslı olanlar ise (!) yıllarca bunun acısı ile kıvranıp dururken, bir vesile ile çekilen röntgen sayesinde durumun farkına varabiliyorlar. Aslında bu tür vakalar sadece sağlık sektöründe yaşanmıyor. Eğitim, güvenlik ve yönetim birimlerinde daha kötüleri yaşanıyor, fakat bilinmeden buharlaşıyor.

Ben yıllarca çocuklarımın matematik özürlü olduğunu sanmıştım. Meğerki özürlü olan öğretim faaliyetlerini yürüten öğretmenlerdi. Zira kızım matematik dersinde çok iyi. Diğer çocuklarım yüzlük sistem ile elli puan aldıkları zaman sevinirken, kızım doksan beş aldığı zaman, neden yüz almadım diye üzülürdü. Bu başarının mimarı, ona dersi sevdiren, evde de çalışma alışkanlığını kazandıran sınıf öğretmeni olan Zehra Hanımefendi idi. Prof. Dr. Halit Ertuğrul: ''Kötü çocuk yoktur, kötü öğretmen ve kötü ana baba vardır.'' Demekle ne kadar haklıymış meğer. Kim bilir böyleleri nice çocuğun katili olmuşlardır. Aslında bir doktor işinde özensiz davrandığında bir hastanın sağlığı ile oynarken, bir öğretmen işini doğru ve fedakarca yapmadığı zaman belki bir toplumun, bir ülkenin geleceği ile oynamaktadır. Zira toplumdaki gangsterler, eşkiyalar, hırsızlar, arsızlar ve teröristler hep biz öğretmenlerin tornasından geçmişlerdir. Yanlış yola iten bizler değiliz elbette, lakin elinden tutup topluma da kazandıramamış olmamız hasebi ile anne baba kadar olmasa da suçluyuz. Basit zannettiğimiz ters bir bakış, sınıf atmosferinde onu küçük düşürücü bir cümle ve ya bir tokat, onu hayattan koparmaya yetebilir. İşimizi kuyumcu terazisi hassasiyeti ile yapmadığımız zaman, sokağa bir eleman daha kazandırmış oluruz. İşimiz, sadece ders öğretmekle bitmiyor ki. Böyle olsa Japonlar bu işi daha iyi yapacak robotlar üretirdi. Biz öğretmenler öğrencilerimize, geleceklerini inşa edecek bilgi, kültür ve ahlaki değerleri özenle, dikkatlice doğru olarak vermeliyiz. Böylece insanları sokağın insafına terk etmemiş oluruz. Arkamızdan insanlar beddua değil dua okur.  

YORUM EKLE