DEVA Partisi Genel Başkan Yardımcısı ve Hukuk ve Adalet Politikaları Başkanı ve İstanbul Milletvekili Mustafa Yeneroğlu, Yükseköğretim Kurulu Kanunu'nda yapılan değişikliği eleştirerek, "Açıkça görüldüğü gibi bu teklifin birkaç amacı bulunmaktadır. Bunlar: Tüm öğretim görevlilerini otoriteye tabi hale getirmek ve disipline olmayanları Anayasal kurallara aykırı bir biçimde cezalandırabilmek" ifadelerini kullandı.
YÖK Kanunu ile farklı 5 kanunda değişiklik öngören teklif, geçtiğimiz hafta Meclis'te komisyondan geçerek kabul edildi. Teklifte Anayasa Mahkemesi’nin 2019 yılında iptal ettiği kamu görevinden çıkarmayı düzenleyen maddenin değiştirilerek yeniden kanuna eklenmesini istedi. Buna göre "terör örgütü propagandası" yapmak ihraç nedeni olarak düzenlendi. Değişiklik, ifade özgürlüğünü kısıtladığı ve "propaganda" tanımının muğlak olması nedeniyle eleştirildi.
Ayrıca teklifle beraber vakıf üniversitelerinin ekonomik yapısı düzenlendi. Böylece Gelecek Partisi Genel Başkanı Ahmet Davutoğlu’nun da kurucularından olduğu İstanbul Şehir Üniversitesi gibi vakıf üniversitelerinin kapatılmasının yolu açıldı.
Anayasa Mahkemesi'nin kararını hatırlatan Yeneroğlu, "Buna rağmen akademik özgürlük ve güvenceden uzak, üniversiteleri adeta devlet dairesine dönüştürecek anlayışla keyfi sonuçlar doğuracak bir düzenleme teklif edilmiştir" dedi. Demokratik toplumlarda öğretim görevlilerine özgür bir tartışma ortamı yaratılmasının elzem olduğunu söyleyen Mustafa Yeneroğlu, "Nefreti ve şiddeti övmediği ve savunmadığı müddetçe, kişilerin terör örgütünün propagandası suçundan cezalandırılması kabul edilemez bir durumdur" ifadelerini kullandı.
Vakıf üniversiteleri hakkındaki değişikliğe de değinen Yeneroğlu, "Açılan bu yol, Şehir Üniversitesi şahsında tüm vakıf üniversitelerini tehlikeye atmaktadır" dedi. Yeneroğlu'nun açıklaması şu şekilde:
"Sözlerime başlamadan önce, malum Koronavirüs sebebiyle hayatını kaybeden vatandaşlarımıza Allah’tan rahmet; yakınlarına başsağlığı ve sabırlar diliyorum.
Tedavisi devam etmekte olan vatandaşlarımızın da bir an önce sağlığına kavuşmasını temenni ediyorum.
Bildiğiniz üzere, bu hafta Genel Kurulda, AK Parti Grubu Üyeleri tarafından Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına sunulan "Yükseköğretim Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi"ni görüşeceğiz.
28 Maddelik Kanun Teklifi ile Covid-19 salgınının yükseköğretime olumsuz etkilerini azaltmaya ve öğrencilerin ihtiyaçlarını gidermeye yönelik iki maddenin yanında üniversitelerle ve akademisyenlerle ilgili çeşitli konularda 26 maddede değişiklikler öngörülmüştür.
Açıkça görüldüğü gibi bu teklifin birkaç amacı bulunmaktadır.
Bunlar: Tüm öğretim görevlilerini otoriteye tabi hale getirmek ve disipline olmayanları Anayasal kurallara aykırı bir biçimde cezalandırabilmek,
Özerk olan vakıf üniversitelerinin alanlarını daha da sınırlandırarak gerekli görüldüğü an faaliyet izinlerini durdurup el koymaktır.
Bu kapsamda teklifin en sorunlu düzenlemelerinden biri, öğretim elemanlarının disiplin sorumluluğuna ilişkin olarak YÖK Kanununun 53’üncü maddesinde yapılmak istenen değişiklikleri içeren 7’nci maddedir.
Madde gereğince; mevcut uyarma, kınama veya kamu görevinden çıkarma gibi disiplin cezası belirlenen fiil ve hâllere, Devlet Memurları Kanunundan yeni ilaveler getirilmiştir. Bu ilavelere örnek teşkil eden birçok düzenleme var ancak ben sadece çarpıcı olan birkaçını sizlere aktarmak isterim.
Eklenmesi teklif edilen fiillerden birisi, kınama cezası verilmesi öngörülen, “Görevi sırasında amirine sözle saygısızlık etmektir”.
Takdir edersiniz ki bu ifade; ölçüsü ve sınırı belli olmayan nitelikte belirsiz bir düzenlemedir. Rektörün ya da Dekanın eleştirilmesi dahi bu kavramın içine rahatlıkla sokulabilecektir.
Yine çok sakıncalı olan ikinci ifade ise “Özürsüz veya izinsiz olarak bir yılda toplam 20 gün göreve gelmeme” durumu için üniversite öğretim mesleğinden çıkarma cezasının öngörülmesidir.
Daha 1 yıl önce AYM kararında, “devlet memurları ile öğretim elemanlarının nitelik olarak farklı statüde olduklarını ve bundan dolayı da aynı prosedüre tabi olamayacaklarını ifade etmiştir.
Buna rağmen akademik özgürlük ve güvenceden uzak, üniversiteleri adeta devlet dairesine dönüştürecek anlayışla keyfi sonuçlar doğuracak bir düzenleme teklif edilmiştir.
Ancak bu madde içerisinde az önce saydığım düzenlemelerden maalesef yaşadığımız örneklerden hareketle daha sakıncalı, telafisi mümkün olmayan neticeler doğuracak bir ifade mevcuttur:
“Terör örgütlerinin propagandasını yapmak, bu örgütlerle eylem birliği içerisinde olmak veya yardım etmek, kamu imkân ve kaynaklarını bu örgütleri desteklemeye yönelik kullanmak ya da kullandırmak.” gibi bir ifadenin “kamu görevinden çıkarma” cezasına eklenen düzenlemesidir.
Bu düzenleme, son derece sakıncalı sonuçlar doğuracak, birçok akademisyenin ifade özgürlüğünün engellenmesine neden olacaktır.
Unutulmamalıdır ki, demokratik bir toplumun temel değerlerinden olan akademik özgürlük gereğince, öğretim görevlilerinin toplumu bilgilendirmesi ve özgür bir tartışma ortamına zemin hazırlaması elzemdir.
AYM’nin aynı kararına göre bu düzenleme, terör tanımının kapsamını daha da genişlemekte, geniş ve ucu açık ifadelerle hukuki belirlilik ilkesine aykırı bir düzenleme içermektedir.
Değerli Arkadaşlar, nefreti ve şiddeti övmediği ve savunmadığı müddetçe, kişilerin terör örgütünün propagandası suçundan cezalandırılması kabul edilemez bir durumdur. Bu gerekçeyle de bu maddenin Genel Kurul görüşmeleri sırasında demokratik hukuk devleti esaslarına göre düzeltileceğini, aksi takdirde zaten AYM tarafından iptal edileceğini düşünüyoruz.
Teklifin diğer tartışmalı maddesi ise özellikle İstanbul Şehir Üniversitesi’ni ve diğer vakıf üniversitelerini doğrudan etkileyecek olan 13’üncü maddedir. Düzenlemeye göre; 2547 sayılı Yükseköğretim Kanunu’nun Ek 11’nci maddesinde yapılacak değişiklikle; geçici olarak faaliyet izni durdurulan vakıf üniversiteleri YÖK’ün kararıyla kapatılabilecektir.
Söz konusu düzenleme ile nokta atışı yapılarak, vakıf üniversitesinin nasıl kapatılacağı, kurucu vakfa ne olacağı, sahip oldukları mülklere nasıl sahip çıkılacağı ayrıntılı olarak düzenlenmiştir. Bildiğimiz üzere, kanunlar nesnel olur; kişiye ya da bir kuruma özel kanun yapılmaz. Ancak maalesef siyasi irade Şehir Üniversitesinin faaliyet iznini iptal edeceğini çok önceden açıkça ortaya koymuş, siyasi hesaplaşmasına hukuku araçsallaştırarak kanun olarak meclise sunmuştur.
Açılan bu yol, Şehir Üniversitesi şahsında tüm vakıf üniversitelerini tehlikeye atmaktadır. Keyfi bir uygulamaya yasal meşruiyet zemini hazırlamaktadır. Anayasaya aykırı bu düzenlemeye, sadece Şehir Üniversitesi ailesinin değil, tüm vakıf üniversitelerinin tepki göstermesi gerekmektedir. Çünkü bugün siyasi saiklerle ülkemizin en iyi üniversitelerinden birisi olan Şehir Üniversitesini kapatmaya çalışanlar, yarın ‘gözünün üzerinde kaş var’ diye başka üniversitelerin de üzerine gidebilecek, devamlı yaptıkları gibi hakkaniyeti ve adaleti ayaklar altına alabileceklerdir. Bugün bu olanlara susanlar, yarın yanlarında haklarını savunan birilerini de bulamayacaktır. Çünkü yaygın hukuksuzluklara itiraz eden kişi ve kurumların susturulması için birileri ellerinden gelen her türlü hukuksuzluğu ortaya koymaktadır.
Değerli Arkadaşlar, tekrar altını çizerek belirtiyorum. Bu kanun teklifine destek verilmemesi lazım. Çünkü; ülkemizin menfaati adına üniversitelerin bilimsel özerkliğine ve öğretim görevlilerinin akademik özgürlüklerine sahip çıkmak dururken, teklifte sözü geçen değişiklikleri kabul etmek; hukuka, üniversitelere ve topluma karşı yapılacak en büyük haksızlık olacaktır."