Üstat Şehit Seyyid Kutup, En'am suresinin üçüncü ayetini tefsir ederken, küresel güçlerin bu gün İslam Aleminde sürdürdükleri kirli savaşa yıllar önceden ayna tutuyor. Aşağıda sunduğum tefsiri okuyunca küfür cephesinde hiçbir şeyin değişmediğini; küfrün çirkin ve aşağılık oyunlarının her zaman devam ettiğini, değişen bir husus varsa o da Müslümanların her zaman bu zokayı yutma basiretsizliğinin artış gösterdiğidir. Sizi Şehidin sözleri ile baş başa bırakıyorum.
Allah bilir, ama benim görüşüme göre gerek siyonist yahudiler ve gerekse haçlı hıristiyanlar Afrika'nın, Asya'nın ve Avrupa'nın geniş alanlarında kök salmış olan bu dinin bağlılarını, materyalist ideolojiler aracılığı ile ateistliğe sürüklemekten, müslümanların kalblerindeki Allah inancını tamamen söküp atmaktan umut kesmişlerdir. Tıpkı bunun gibi, müslümanları gerek misyonerlik faaliyetleri aracılığı ile ve gerekse emperyalist baskılar altında başka bir dine döndürmekten de umutlarını kesmişlerdir. Çünkü bizzat insan fıtratı, değil İslâm inancı altında, putperestlik inancı altında bile ateistliği tiksinti ile reddetmektedir. Bunun yanısıra hiçbir din, İslâm'ı tanımış, hatta onun sadece mirasçısı olabilmiş bir kalbi pençesi altına almaya cüret bile edemez.
Allah bilir ama, kişisel kanaatime göre siyonist yahudiler ve haçlı hıristiyanlar bu ümitsizliğin sonucu olarak komünist ideoloji ya da misyonerlik faaliyeti aracılığı ile bu dine açıkça karşı çıkma yönteminden vazgeçerek, bunun yerine daha iğrenç, daha sinsi yollara başvurmuşlardır. Bu daha sinsi ve aldatıcı, tuzaklı yollardan biri İslâm ülkelerinin başına kendilerine bağımlı rejimler, ajan yönetimler getirme yoludur. Bu rejimlerin ve yönetimlerin hepsi İslâm kılığına bürünürler, İslâm inancına bağlı görünürler, hiçbir zaman dini kökünden inkâr etmezler. Fakat bu aldatıcı perde arkasında misyonerlik kongrelerinin karara bağladıkları, "Siyon Protokolleri"nin öngördüğü fakat bunca zamandır yürürlüğü koyamadıkları plânların ve projelerin tümünü yürürlüğe koyarlar.
Bu rejimler ve yönetimler ellerinde İslâm sancağı taşırlar, ya da en azından bu dine, saygılı olduklarını ilân ederler. Ama öte yandan yüce Allah'ın indirdikleri dışındaki hükümlere göre toplumları yönetirler. Yüce Allah'ın şeriatını hayattan uzaklaştırırlar. Yüce Allah'ın yasaklarını serbest ve helâl kılarlar. İslâm düşüncesinin ve İslâmî değer yargılarının köküne kibrit suyu dökecek maddeci düşünceleri ve değer yargılarını yayarlar. Bütün eğitim kurumlarını ve propaganda organlarını seferber ederek İslâm'ın ahlak değerlerini yıkmaya, İslâmî düşünceleri ve yönelişleri kökten silmeye, "Siyon Protokolleri"nin ve misyoner kongrelerinin karara bağladıkları programları uygulamaya çalışırlar.
Bu programların ortak maddelerinden biri müslüman kadını sokağa dökmek; onu ilericilik, uygarlık, işgücü sağlama ve üretimi geliştirme adına toplumda bir fitne unsuru haline getirmektir. Onlar bu sinsi plânı topluma işgücü amacına bağlarken, tüm İslâm ülkelerinde milyarlarca işsiz erkek kapı kapı dolaşarak iş aramakta, karınlarını doyuracak ekmek parası peşinde koşmaktadır. Yine bu rejimler ve yönetimler, ahlâk bozucu faaliyetleri özendirmekte, erkeği de kadını da hem propaganda yolu ile ve hem de pratik uygulamalarla bu amaca yöneltmektedirler.
Bu uşak yönetimler ve rejimler bütün bu melânetleri işlerken müslüman olduklarını, bu dinin inancına saygı duyduklarını iddia ederler. Halk yığınlarına gelince onlar da müslüman bir toplumda yaşadıklarını sanırlar ve onlar da kendilerini müslüman kabul ederler. Öyle ya, içlerindeki saflar namaz kılıp oruç tutmuyorlar mı? Egemenliğin sırf Allah'ın tekelinde olması ya da perakende ilâh taslaklarının güdümünde bulunması meselesine gelince, onlar bu konuda siyonistlerin, haçlıların, misyonerlerin, emperyalistlerin, oryantalistlerin ve yönlendirici propaganda organlarının yutturmacasına kapılmışlar ve bütün bu yıkıcı çalışmalar sonunda bu meselenin din ile hiçbir ilgisi olmadığını düşünmeye zorlanmışlardır. Bu zehirlenmiş görüşlerin taraftarlarına göre müslümanların düşünceleri, yaşama tarzları, değer yargıları, hukuk sistemleri ve yasaları bu dinin dışındaki kaynaklara dayandığı halde onlar yine de müslüman kalabilirler, kendilerini bu dinin bağlıları sayabilirler·.
Uluslararası siyonizm ile dünya haçlı hareketi, bu aldatmacayı ve yanıltmacayı daha derin boyutlara vardırmak ve varlığını gözlerden daha iyi saklayabilmek için, zaman zaman kendisi ile bu uydu rejimler vé yönetimler arasında soğuk ya da sıcak nitelikli düzmece savaşlar çıkarırlar. Böylece kendisi ile bu uydu rejimler ve yönetimler arasında düşmanlık ve bağdaşmazlık varmış izlenimi uyandırmaya çalışırlar. Maddi ve manevi yardımları ile desteklediği, gizli ve açık güçlerle koruduğu, haber alma ve casusluk şebekelerini direkt hizmetlerine verdiği bu rejimlerin ve yönetimlerin satılmışlığını kamufle etmeye uğraşırlar. Onlar bu düzmece savaşları, bu yalancı düşmanlıkları, aldatmanın boyutlarını derinleştirmek ve uşaklarına yönelik kuşkuları dağıtmak için çıkarırlar. Bu yöntemle, üç yüzyıldan belki de daha uzun bir süreden beri gerçekleştiremedikleri plânları sözünü ettiğimiz uşakları eli ile gerçekleştirirler. Bu plânların başta gelen maddeleri İslâm ahlâkını, İslâmcı değer yargılarını yıkmak, İslâm kaynaklı inanç sistemini ve düşünce tarzını silmek, müslümanları bu geniş coğrafya parçası üzerinde dinlerine ve şeriatlerine dayalı bir hayat sistemi kurmaktan ibaret olan ana güç kaynaklarından yoksun bırakmak, gözlerin ve gözlemcilerin umursamazlıkları altında "Siyon Protokolleri"nin ve misyonerlik kongrelerinin öngördükleri korkunç projeleri, plânları uygulamaktır.
Bütün bunlara rağmen İslâm dünyasında bu aldatmacaya kanmayan küçük bir azınlık bulunabilir. Bu bir avuç bilinçli azınlık düzmece bir din adına yürütülen zehirlenme kampanyasına teslim olmayabilir, eski yahudi hahamları gibi dinin ilkelerini çarpıtsınlar diye görevlendirilen, kafirliği müslümanlık olarak yuttursunlar diye işbaşına getirilen resmi din kurumlarının yozlaştırma girişimlerine boyun eğmeyebilir; fasıklığı, facirliği ve ahlâk cellâtlığını ilericilik, çağdaşlık ve gelişmecilik yaftaları altında sunmaya çalışan sinsi ellerin hainliklerini teşhis edebilir. Eğer böylesine bir küçük azınlıkla karşılaşılırsa acımasız bir savaş kampanyasının bütün okları göğsüne çevrilir, düşünülebilecek olan bütün asılsız ve uydurma suçlamaların hedef tahtası haline getirilerek önce toplumun gözünden düşürülür, arkasından da en acımasız darbeler altında eziliverir. Bütün bu cinayetler işlenirken milletlerarası haber ajansları ve iletişim araçları kör, sağır ve dilsiz kesilir.
Bu arada iyi niyetli, saf müslümanlar bu amansız savaşı bazı kişilere ya da gruplara yönelik basit bir savaş sanırlar. Bu savaşın, İslâm'a yöneltilmiş top yekün savaşın bir parçası olduğunun farkına varmazlar. Bunların bazıları din gayretine ya da ahlâkça sahip çıkma gayretine kapılabilirler. O zaman aptallık derecesine varan bir saflıkla basit ahlâk ihlâllerine, küçük kötülüklere karşı çıkmaya koyulurlar. Böyle yapınca, bu kısık çığlıkları basınca görevlerini yerine getirdiklerini sanırlar.