Yazıma başlamadan önce Kobani'de yaşanan son durum hakkında bilgi verip daha sonra analizime başlamak istiyorum. Kobani'de İŞİD doğu, Kuzey ve Güney bölgelerinden saldırıyor. Saldırılar ağır silahlarla olmasına karşın PYD, IŞİD ile adeta göğüs göğse çarpışıyor. Bölgede neredeyse 24 saat çatışma var diyebiliriz, Özellikle benim orada bulunduğum üç günlük süre içinde en yoğun çatışmaların ve hava saldırılarının yaşandığı günlerdi. Siverek üzerinden örnek versem sanırım daha sade olacak. Siverek'i harita üzerinde düşünelim ve IŞİD'in Selimpınar, Şirinkuyu ve Saraykent tarafından saldırdığını düşünelim. Bu saldırıların en yoğun olanı Selimpınar (doğu) tarafından yaptığını düşünelim. Sabah başlayan çatışmalarla IŞİD ancak Mehmetçik Kavşağına kadar ilerliyor, akşam saatlerinde ise IŞİD' aldığı mevzilerde koalisyon güçlerinin hava saldırısı ile geri püskürtülüyor. Üç gün aynı tablo yaşandı ben orda olduğum süre içinde.
7 Ekim Salı, saat 15.00' te başlıyor Kobani yolculuğum. Sırtımda benden ağır olan sırt çantam ve motosikletimle Kobani'ye hareket ediyorum. Tabi, Kobani'ye gitmeden önce kimine göre bir macera arıyordum, kimilerine göre ise tamamen yersiz bir yolculuk yapmış olacaktım; ama benim için belki hayatımı değiştirecek bir yolculuk olacaktı; çünkü gittiğim yer yıllardır dört parçaya bölünmüş bir halkın Rojova'da özerklik ilanı ile değişen, yeni Ortadoğu coğrafyasında bir halkın var olma mücadelesine ve uyanışına tanıklık etmek olacaktı.
Uyanış diyorum, çünkü IŞİD Kobani'ye saldırmadan önce Suriye, Irak, İran ve Turkiye Kürtlerinin tarih sahnesinde hep birbirinden farklı bir yol izlediği, fikir ayrılıklarının yaşandığı bir süreç izledik. Mesela en son Kurdpress haber ajansı tarafından yayımlanan Suriyeli Kürt partiler arasında çatışma ihtimali" başlıklı analizinde şuna dikkat çekiyor.
"Kürdistan İşçi Partisi (PKK) ve Suriye'de PKK'ya bağlı Kürt partiler ile Suriye Kürt Ulusal Konseyi tarafından örgütlenen partiler arasındaki çekişmeler, bu ülkedeki Kürt bölgelerini Kürtler arası bir iç savaşa sevk ediyor. Kürdistan İşçi Partisi'nin (PKK) Kürdistan Bölgesel Yönetimi tarafından gönderilen 650 silahlı eğitim görmüş askerin Suriye'ye girişini engellemesinden sonra şimdi de Suriye'deki Kürt bölgelerinde çekilen bayraklar bu bölgelerdeki Kürt partiler arasında yeni bir çekişme sebebi oldu'' diye yapılan analizde de açıkça görülüyor ki bizim görmediğimiz hesapların yapıldığı, ama Kobani'de bıçak kemiğe dayandığından dolayı artık aklıselim insanlar bunun diplomatik veya siyasal kurnazlıklarla değil, tamamen birlik ve beraberlik ile aşılması gerektiğini anlamış durumda. İşte onun için uyanış diyorum.
İşte bu uyanışa tanıklık etmek, elbette hiçbir şeye değişilmez. Suruç'a doğru giderken yol tabelasında gözüme, Suruç'a 20 km kaldığını gösteren bir tabela ilişiyor, kafamı biraz daha sola çevirdiğimde ilerde bir şehrin üstünden yükselen siyah dumanları görüyorum. Bu dumanlar bile aslında nelerin yaşandığının bir özeti adeta. İlk günün Akşama denk gelmesi aslında tesadüf değildi ve motosikletle gitmemdeki sebep sınır boyunca arazilerden dolaşarak görülmeyenleri görmek ve yazmaktı. Motosikletle giderken amacım sınır hattında arazilerden yol almaktı. Suruç toprakları dümdüz arazi olması münasebeti ile avantajlı kılıyordu. Yollar ya köylüler, ya da jandarma tarafından tutulmuştu.
Akşam saat 17.00' da Suruç'a yetiştim ve şehrin içine girmemle birlikte savaşın izlerini insanların gözlerindeki çaresiz bakışlardan anlayabiliyordum. Suruç sokakları şimdiye kadar hiç bu kadar kalabalığı görmemiştir. Şehirde asker, polis, sığınmacı, aktivistler ve yerli- yabancı gazetecilerin oluşturduğu mahşeri bir kalabalık vardı. 3 gün kalmayı planladığım Suruç'ta ilk izlenimlerime ilçe merkezinden değil de sınır hattından başlamayı uygun bulduğumdan Müşritpınar'a doğru durmadan yoluma devam ediyorum, tabi Suruç girişinden Müşritpınar sınır kapısına kadar olan 13 km'lik mesafede 2 şehrin girişinde 4 tane de Müşritpınar-Suruç hattında olmak üzere 6 polis arama noktası vardı. Oluşturulan güvenlik noktalarının amacı özellikle şehir dışından gelen yabancı plakalı araçların sınır boyuna geçmelerini önlemekti. 10 km'lik yolu kat ettikten sonra aslında şehir merkezindeki kalabalıktan çok sınır hattında bekleyen halk kitlelerini gördüm. Kobani direnişi için Kimileri köy damlarında, kimileri ise yüksek tepelere çıkmış hatta daha yakından görmek isteyenler sınırın sıfır noktasına yığılmıştı. Türkiye'nin birçok bölgesinden gelenlerin dışında yurt dışından da bu tarihi direnişe tanıklık etmek ve destek olmak için gelenler de vardı. Gündüz güvenlik güçleri tarafından müdahale yapıldığı belli oluyordu. Çok geçmeden biber gazının nefes kesen etkisini hafiften hissetmeye başladım. Biraz daha ilerledikten sonra güneş, geceye devrederken nöbetini etrafına yaydığı kızıl görüntü ve siyah duman birleşmesi ile adeta insanın içini huzursuz eden bir tablo ortaya çıkarıyordu.
Karanlık çöktüğünden dolayı motosikletimin farklarının açık olmasının büyük bir sorun olduğunu fark ederek ön ve arka farlarını montlarla kapattıktan sonra arazide ilerlemeye başladım. Müşritpınar kapısının bulunduğu karakolun yanındaki köye doğru hareket ettim. Gittiğim köy sınırın sıfır noktası ve boşaltılmış olması nedeni ile beş yüz metre yaklaştıktan sonra motosikletin kontağını kapattım. Köyün girişine yetiştiğim zaman tepemden uçuşan mermilerin seslerini duyduktan sonra işin ciddiyetini daha derinden kavramaya başladım. Motosikletimi köy girişine bıraktım çünkü sırtımdaki çanta ile motosikleti tarlada yaklaşık 1 km itekledikten sonra köyün girişinde duvarın dibinde soluklanırken çatışmaların şiddetini artırdığı her halinden belli oluyordu. IŞİD'in gün boyunca saldırdığı doğu kısmında olmam münasebeti ile IŞİD militanlarına daha yakındım. Bir an için susan çatışmalarda duyduğum sesler aslında beni daha da şok etti. Çünkü birkaç metre ötemde ''tekbir'' seslerini duymam bana yıllardır bu coğrafya'da IŞiD ve benzeri örgütlerin aslında bu ümmete nasıl bir psikolojik baskı uyguladığını, Dünya Müslümanlarını ne kadar zor durumda bıraktığını daha iyi anladım. Bundan yüzyıllar önce yine bu coğrafyada yaşanmıştı iki Müslüman ordunun ilk defa karşı karşıya gelişi. Zaten o günden bu güne ekilmedi mi bu fitne tohumları...
Hz. Osman ve Hz. Ali ile başlayan sonra Peygamber efendimizin tüm torunları ve ashabının önde gelen isimleri bu fitne uğruna bu coğrafyada can vermemişler miydi? Hz. Osman'ın yeryüzündeki fitnenin % 90'ı bu coğrafyadadır sözü bile bizlere bir şey katmamış olmalı ki hala bu Coğrafya üzerine ameliyat yapanlar hedefine ulaşıyor. İşte bunları düşünürken arkamdan omzuma uzanan eli hissetmem pek uzun sürmedi. Arkamdaki yabancı sesin Kürtçe "Hewal burada ne yapıyorsun, kimsin" demesi ile irkildim. İrkilmemdeki sebep "korku" değildi, çünkü karşımda ki kişiye nasıl davranmam gerektiği konusunda en ufak bir fikrim yoktu. Öyle ki birkaç saniye içerisinde "Bulunduğum nokta Köylülerin Türkiye buradan IŞİD'e yardım gönderiyor diye iddia ettikleri Köyün ta kendisi idi. O zaman beni gören köylüler ya ajan sanacak, ya da sakalımdan dolayı beni IŞID'çi zannedecekti. Kendimi biraz toparladıktan sonra kendisine ismimi söyleyerek, gazeteci olduğumu ve kimliğimle birlikte çantamı açıp kamera ve fotoğrafları gösterdikten sonra ikna oluyor gazeteci olduğuma.
Sınırda gazetecilere de pek sevimli gözle bakıldığı söylenemez, çünkü halk basın mensuplarına öfkeliydi. Bu öfke Kobani'ye ve Kürtlere yönelik yapılan yetersiz ilgiden şikâyetçi olduklarından kaynaklanıyordu. Gazeteci olduğuma ikna ettiğim arkadaşın isminin Hamza olduğunu öğreniyorum. Kendisi ile konuşurken dert yanmaya başlıyor "burada katliam yaşanırken ulusal medyanın güzide kanalları ve ajanslarının haberler kanallarında yüzeysel olarak gruplar çatışıyor deyip yaşanan dramı görmüyorlar" deyip dert yanıyor uzun uzadıya.
Kendisinden köy hakkında biraz bilgi aldıktan ve nerde durmam gerektiği konusunda yardım aldıktan sonra O, Suruç'a döneceğini söyleyerek ayrılıyoruz. Tabi giderken arkamdan bana "geceyi fazla uzatma sende dön" uyarısında da bulunuyor. Teşekkür ederek tekrar motosikletimi itekleyerek yoluma köy içine girerek devam ediyorum. Amacım motosikleti bir yere gizleyerek sabahlamak ve köy içerisinde yaşanan çatışmaları sabaha kadar takip edebilmek, bunları yaparken de ara sıra devriye gezen Türk askerlerine veya köylülere yakalanmamak. Köy içinde motosikleti duvar diplerinden iteleye iteleye köyün ortasına doğru hareket ediyorum. Müşritpınar köyünün merkezine yetiştiğim zaman zifiri karanlığın içinden yükselen "Hewal buraya gelir misin" sesi ile bir kez daha irkildim. Sesin geldiği yere baktığım zaman kimseyi göremiyordum. Motosikleti olduğu yerde bıraktıktan sonra sesin geldiği yöne çömelerek yürüdüm. Toprak bir evin arkasına atılmış, demirden bir somya ve onun yanına konmuş tahta bir somya üzerine oturan altı kişinin yanına yetiştim. Stresten olsa ki içtikleri sigara izmaritinden küçük bir tepe oluşturmuşlardı. Selam verip vermeme konusunda bile bir tereddüt içine girdim. Çünkü sadece "Merhaba" mı demeliyim yoksa her zaman yaptığım gibi "Selamünaleyküm" mü demeliyim şaşırdım. Bu şaşkınlık içinde ağzımdan birden"Selamünaleyküm" sözünün çıkması ile "olan oldu artık devam et " dedim kendi kendime, orada bulunan herkesin elini sıkarak merhabalaştıktan sonra korktuğum olmadı. Beni sorgulayacaklarını düşünürken yanlarına buyur ettiler. Burada bir şeyi de belirtmekte fayda var tokalaşırken dikkatimi çeken bazılarının ellerinin bandajlı oluşu, bazılarının da ayağı veya kafasının bandajla sarılı olmasıydı. Bu yaraların ne olduğunu sorduğumda her ne kadar cevap alamazsam da yaraların çatışma içinde olduğunu veya Polis'in müdahalesi sonucu oluştuğu ihtimalinden başka aklıma bir şey gelmiyordu. İçlerinde Türkçe bilen olmaması ve benimde onların konuştuğu Kürtçeden pek bir şey anlamamam ile birlikte işler daha da içinden çıkılmaz bir hal alıyordu. Serbest bir gazeteci ve gözlem için geldiğimi söyledikten sonra; peki siz burada ne yapıyorsunuz dediğimde ise "Köyde nöbet tutuyoruz" dedi içlerinden biri. İsmi Şehmus Ali olan bu arkadaşa yanındakiler "Şeğ Ali" diye sesleniyor. Kime karşı nöbet tutuyorsunuz dediğimde ise "Devlet ve IŞİD'e karşı nöbet tutuyoruz cevabını alınca üzülmekle birlikte içimde fırtınalar kopmaya başladı. Çünkü yanında bulunduğum insanların kimisinin amca çocuğu, kimisinin kardeşi veya yakın akrabası vardı. Sürekli ellerinde telefon birileri ile konuşuyor, çatışmalardan bilgi veriyordular. Yanında bulunduğum insanların yakınları ya çatışıyor, ya da mahsur kalmış durumda, hepsinden ötesi "Kürt" olduğumuz için buradayız diyenlerde vardı. Kobani'de yıllardır rejime karşı kendi topraklarının sömürülmesini engelleyen bu yurttaş Kürtlerin tek derdi yaşadıkları toprakları, namuslarını ve canlarını korumak. Hiçbirinin bölgesel bir güç olmak veya petrol kuyularında söz sahibi olmak gibi bir dertleri yok. Devlet ve onun yurttaş ilişkisi baba ve oğul ilişkisi gibidir. Bir babanız var ve siz Babanıza güvenmiyor kendiniz nöbet tutuyorsunuz ne kadar da acı değil mi?
Gece karanlığının çökmesi ile sınırı terk eden askerlerin dışında yarım saate bir sınırda devriye gezen akrep dışında kimsenin olmaması köylülerin içindeki kuşkuyu daha da tırmandırıyor olmalı ki bedenlerini tepelerde siper etmişler, köylerde ve tarlaların içinde kendileri nöbet tutmaya başlamışlar. İşte böyle bir karmaşa ve fitnenin olduğu sıfır noktasında gece saat 23.00'e kadar yaklaşık iki saat O, altı kişi ile oturduktan sonra müsaade isteyip yoluma devam ediyorum. Tabi köyün geri kalanı yokuş yukarı olduğu için motosikleti iteklemekte hayli zorlanıyorum nefes nefese kalmış halde nihayet yokuşu aşarak sınırın dibindeki evin bahçesine atıyorum kendimi. Motosikleti duvar dibine bıraktıktan sonra telefonum çalmaya başladı. Kendime gelememişken telefonun çalması hiç iyi değildi çünkü soluk soluğa kalmış durumdaydım. Buna rağmen telefonuma baktım ve arayan kişi değer verdiğim bir arkadaş olan Mehmet Atay'ın arıyor olması benim telefonla konuşmamı gerektirdi. Çünkü yola çıktığımdan beri beni birkaç defa aramış dikkatli olmam için telkinlerde bulunmuştu. Cevap vermezsem meraklanır düşüncesi ile soluk soluğa telefonla konuşurken, kendisine motosikleti çalıştırmadan iteleyerek hayli yol kat ettiğim için soluk soluğa kaldığımı belirtiyordum ki birden etrafımı alan ve içlerinde kadınlarında olduğu yedi-sekiz kişi belirdi. Bu sefer çok korkmuştum çünkü etrafımı saran kişiler beni gözlemlemiş, benim birilerinden kaçarak kendimi oraya attığımı düşünüyorlardı. İçlerinden en yaşlı olanın kulağımdaki telefonu alarak ''Kiminle böyle heyecanlı heyecanlı konuşuyorsun'' dedi. Karşımdakilerin içinden sadece bir kişi, Türkçe biliyor geri kalan hepsi sadece Kürtçe konuşuyor. Beni uzun süredir izlediği her halinden belli olan biri de tavırlarımla ilgili bilgi veriyor yanında yaşını almış birine. Bende korkmuş olmanın ve Kürtçe'ye iyi hakim olamayışımla Kürtçe-Türkçe karışık kendimi ifade etmeye çalıştım. "Önce adımı soyadımı neden orada olduğumu söyledim ve telefondaki arkadaşın durumumu öğrenmek için aradığını ve soluk soluğa olmamda ki sebebin Motosikleti çalıştırırsam ses yapacağından itekleyerek getirdiğim için soluk soluğa kaldığımı ve inanmıyorsanız eğer motosikletim ön bahçede dedim bir solukta. Bir kişi evin ön tarafındaki bahçeye bakmaya gitti. Tabi bende o ara cebimde ne kadar kimlik varsa eğer çıkarıp gösteriyorum kendilerine. Motosikleti bahçede görüp ikna olduktan sonra İsminin Selahaddin olduğunu öğrendiğim amca başlıyor konuşmaya. "Yeğenim kusura bakma, amacımız seni korkutmak ve kötü muamele etmek değil ancak sende bizi anla. Karşında akrabalarımız ölürken IŞİD üyeleri geceleri bu sınırda kol geziyorlar. Bizde tedbirimizi ancak bu şekilde alabiliyoruz" dedi.
Konuşmasını bitirdikten sonra Selahaddin Abi diye başladım söze; "Asıl siz kusura bakmayın, benim bu saate burada olmam ve öyle telaşlı davranarak sizi ben korkuttum. Siz kusura bakmayın" dedim. Bir birimizi anladıktan sonra benim burada olmamam gerektiğini söyleyerek şöyle devam etti. "Yeğenim arkadaşlar köyün çıkışına kadar sana eşlik edecek. Köyden çıkana kadar sakın motorunu çalıştırma. Köyün çıkışından sonra motorunu çalıştırıp yoluna devam edebilirsin. Buradan çıktıktan sonra Merkeze dönmen senin için daha hayırlıdır. Çünkü burada sınır hattında köyler boşaltılmış kimisinde asker kiminde ise köylüler nöbet tutuyor. Bize derdini anlattın başkalarına anlatamazsın"dedi.
Yanlarında bulunan kızlardan birine Kürtçe beni buradan götürmemi söyledi. Giyinişi ve kuşanışı Gerilla olan bu kız köyün çıkışına kadar beni getirdikten sonra "Hewal şu yolu takip edersen asfalta çıkarsın doğru merkeze gidebilirsin" dedi. Onun bana gösterdiği yolda bir süre devam ettikten sonra Kuzeye yöneliyorum 10 km gittikten sonra Alanyurt köyüne yetişmeden düz tarlanın içerisinde bulduğum bir çukurun içine girerek uyku tulumunu açıp içine girip uyumaya başlıyorum. 01.00'a kadar geçen süre zarfında Suruç'ta ilk izlenimlerin bunlar.
Kobani'den Geliyorum
Abdullah Hakan Lale