Beşeri rejimin uygulayıcıları insanlardır. Bir rejimin başarılı olma şansı, onu uygulayan insanların başarılı ya da başarısız olmaları ile doğru orantılıdır. Kimi rejimler güçlerini yönetilenlerden alırlar. Bu tür rejimlere cumhuriyet rejimleri denir. Demokratik cumhuriyetlerdeki rejimlerin uzun süre ayakta kalmasının sırrı, yönetim aygıtının paydaşlar arasında bölüşülmesindendir. Halk, ülkenin kötü yönetildiğini fark ettiği anda; seçimlerde yöneticilerine gerekli ayarı verir. Bu ayardan nasiplenmeyen liderlerini alaşağı ederler. Bu tür yönetim şekillerinde halkı korkutmak, sindirmek, pusturmak yoktur; halkı memnun etme, halka yaranma vardır. Zira bu tür rejimlerin temel aygıtı halkın gücüdür. Her zaman halkın desteklediği figür güçlüdür. Halkın istemediği, genel geçer değerlerine ters düşen kişi ve guruplara, uzun süre yönetme şansı verilmez. Bundan, şu çıkarımda bulunabiliriz; demokratik cumhuriyetlerin ayakta kalma süreleri diğer rejimlere nazaran daha uzun ömürlüdür.
Krallık veya sultanlıkla yönetilen ülkelerin başarı şansları, yönetim erkinin başındaki kişinin siyasi ve politik anlayışı ile doğru orantılıdır. Zira kanun, onun iki dudağı arasında çıkacak sözdür. O sözün dünya reel politik ölçeğinde bir ağırlığı varsa ne ala, aksi takdirde ülke yönetiminde zaman içinde yönetim boşluğu doğar. İyi yönetilmeyen halkın performansında düşme meydana gelir. Diğer bir sakınca ise, kralın ölümü anında yerine geçecek oğul veya kardeşlerinin taht kavgalarıdır. Biz bunu kendi tarihimizden biliyoruz. Şayet Osmanlı İmparatorluğunda sultanlık değil de ''İslami Şura'' yönetimde geçer akçe olsaydı, belki imparatorluk bu gün de bütün ihtişamı ile ayakta olurdu. Bir ülke, halkına rağmen yönetim erkinde bulunan insanlar tarafından yönetilirse, onların başarma şansı yüksek değildir. Suriye, Mısır, Irak, Yemen, Libya vb. ülkeleri buna güzel bir örnektir. Saydığım ülkelerin bağımsız bir ülke olma geçmişleri yüzyılı geçmez. Bunlardan bazıları yerle yeksan olmuş durumda, Suriye örneğinde olduğu gibi. İran ve Rusya'nın Suriye özelindeki nafile çabaları, taşıma su ile değirmen döndürme derdinden öte bir anlam ifade etmez.
Bir ülkedeki yönetici ve yönetilenler, o ülke halkını oluşturur. Halkın yönetici erke olan şahitlikleri, memnuniyet esasına dayanırsa, ülke uzun ömürlü olur; aksi takdirde huzursuzluk baş gösterir. Huzursuzluğa rağmen liderlerin tuzu kuru olursa kaos baş gösterir. Demokratik cumhuriyetlerdeki yöneticilerin ömürleri seçim sandığı süresi kadardır.Dolayısıyla kaos ortamının uzun süre devam etmesi olası değildir. Zira halk gelecek seçim dönemlerinde diğer olasılıkları devreye sokar. Bir ülke halkının tümden yanlışta birleşmesi görülür şey değildir. Bu yüzden çıkmaz sokağa girip çıkamayan liderleri, halk her zaman dinlendirmeye almasını bilmiştir. Yeter ki demokratik rejim uygulamaları sözde kalmasın; bu esası bozacak bir askeri vesayet veya sultanlık çabaları revaçta olmasın. Halk, su gibidir, yolunu çabuk bulur!
Dünya yönetim sistemlerinin en köklüsü İlahi yönetim esasına dayanan İslami yönetimdir. Bu yönetim öncelikle gücünü Allah'tan alır. Batının teokrasi dediği tekel bir yönetim anlayışı İslam'da yoktur. İslami yönetimlerde bir lider ve o liderin şurası vardır. Çıkacak her türlü tavsiye ve karar şuranın onayından geçmek zorundadır. Bunun ilk örneğini Uhud Savaşı öncesi peygamber (s.a.v)'in savaş stratejisinde görmek mümkündür. Bilindiği gibi, savaş öncesi yapılan toplantıda, Peygamber (s.a.v) Medine'yi savunma önerdi. Lakin çoğunluğun itirazı üzerine Peygamber (s.a.v) isteğinden vaz geçti. Kimbilir, belki sonucu bile bile şuranın kararına saygıda kusur etmedi. Hatta bazı şura üyeleri sonradan pişmanlıklarını dile getirdiler ise de sonuç değişmedi. Zira İslami yönetimin anayasası onlara, dolayısıyla bütün Müslümanlara İslami kişiliğin özelliklerini ve duruşunu şöyle açıklıyordu: '' İman edenler, Rablerinin davetini kabul edenler, namazı âdâbına riâyet ederek aksatmadan âşikâre kılanlar, işlerini, kurulu düzenlerini, devletlerini, ekonomilerini, savunmalarını, sosyal hayatlarını aralarında, meclislerinde istişâre ile karar vererek yürütenler, kararlarını istişâre ile alanlar, yönetime katılanlar, kendilerine verdiğimiz rızık ve servetten, Allah yolunda karşılık beklemeden, gönüllü harcayanlar, insanların ihtiyaçlarını görenlerdir. (Şura 38)
İslami önderlikte esas olan anlayış, yönetimdeki şura anlayışıdır. Hiçbir İslami önderlik, başına buyruk hareket edemez. Yönetime şahitlik yapan gözler, önderliklerini denetliyorlar. Yanlış yaptıkları bir anda hemen düzeltme yoluna gidiyorlar. Tıpkı şu misal gibi: Hz. Ömer (r.a.), bir savaş sonrası ganimetleri taksim etmişti. Herkese bir parça kumaş düşmüştü. Fakat bu kumaş tek başına bir işe yaramıyordu. Oğlu Abdullah, babasına:
"Bu kumaş tek başına ne benim, ne de senin işine yaramıyor. Ben hakkımı sana vereyim de, kendine güzel bir elbise yaptır." demişti.
Hz. Ömer de oğlunun hediyesini kabul ederek bir elbise yaptırmıştı.
Birkaç gün sonra, üzerinde bu elbise olduğu hâlde bir konuşma yapmak için minbere çıkmıştı.
"Ey müminler! Beni dinleyin ve bana uyun." der demez, arka saflarda oturan fakir bir zat ayağa kalktı:
"Ey müminlerin emîri! Seni dinlemiyorum ve sana itaat da etmiyorum! Çünkü sen, Allah ve Resûl'ünün yolundan gitmiyorsun!" dedi.
Halife bu büyük iddia karşısında sarsıldı:
"Neden?" diye sordu.
O zat sebebini şöyle izah etti:
"Ganimet taksiminde, bizlerden hiçbirine elbise diktirecek kadar bir kumaş düşmediği hâlde, görüyorum ki, sen o kumaştan fazla almış, bir elbise yaptırmışsın!"
Hz. Ömer, hesabını veremeyeceği bir iddiayla karşılaşmayı bekliyordu. Bunu duyunca rahatlamıştı. Cemaat arasında bulunan oğlu Abdullah'a (r.a.) işaret etti. Hz. Abdullah da kalkıp durumu izah etti. Payına düşen kumaşı babasına verdiğini söyledi.
Halk sevinçliydi. Gözler ikazda bulunan zata yönelmişti. O zat ayağa kalktı ve:
"Şimdi konuş, ey müminlerin emîri! Şimdi dinliyor ve sana itaat ediyorum." dedi.
Hiçbir demokratik cumhuriyette, hiçbir krallık veya sultanlıkta, yaşayan halk yığınlarında bu denli cesaretin esamesini bulamazsınız. Krallık ve sultanlıkta bunun bedelini kellenizle ödersiniz. Demokratik cumhuriyetlerde ise, eğer kamu görevlisi iseniz sürgün edilirsiniz, şayet halktan biri iseniz ''Tiye'' alınmaz, söylediğiniz sözler ''muhalif şeyler'' denir ve üzerinde durulmaz. Ama İslami yönetim böyle midir? O yönetim şeklindeki bütün yönetilenler, yöneticilerine şahitlik ederler. Kurulu düzenin sahibi olan yüce Allah'a hesap vermek zorunda ve anlayışındadır yönetim erki! Öyle her kafasına eseni yapma salahiyetine sahip değildir. Şimdi soruyorum: Bir çok ilaha kulluk eden yönetilenler mi, yoksa tek İlah olan Allah'a kulluk eden yönetilenler mi iyi yönetilir!?