Oku! emriyle 40 yıllık yaşamı bir anda değişmiş, Kalk ve Uyar! Emriyle omuzlarındaki yük belini bükecek seviyeye gelmişti. Daha düne kadar El-Emin olarak isimlendirilirken, insanlar O'na herşeylerini emanet edebilecek kadar güveniyorken, toplumsal alanda vuku bulan en küçük anlaşmazlıkta dahi insanlar O'nun hakemliğine başvuruyorken, yanlış giden birşeyler olduğunu insanlara hatırlatmaya başladığı ilk andan itibaren yaşadığı toplum tarafından "deli" diye nitelenir olmuştu. (1400 yıl geçti ve fakat bu durum da değişmedi, bugün de O'nun izinden gitmeye çalışanlara "manyak" diyorlar.)
Övgüler sövgüye, iltifatlar hakaretlere, cömertlikler cimriliğe ve iyi muameleler işkencelere dönüşüyordu yavaş-yavaş. Çünkü yaşadığı toplum O'nu "atalarının dini üzere" görmüyordu. O, putlara ve putlar şahsında Mekke aristokratlarının kurulu düzenlerine laf söylüyordu. Deyim yerindeyse Mekke aristokrasisinin çarkına çomak sokuyordu.
Böyle birisi şerefli bir geçmişe sahip olsa dahi hemen hakkında anti-propaganda başlatılmalı, dönemin medyası olan şairler onun hakkında türlü iftiralarla bezenmiş şiirler yazmalı ve Muhammed(s.a.s) deli diye yaftalanmalıydı. Zira yüzyıllardır sürüp giden şirk düzenine çomak sokup, kendi akrabaları da dahil tüm Mekke'yi karşısına almak, üstelik bunu "gaipten" duyduğu sesler doğrultusunda yapmak onlara göre başka bir şekilde tanımlanamazdı.
Hâlbuki, "Ey Kureyşliler, şu dağın ardında size saldırmak üzere olan bir düşman ordusu var, desem bana inanır mısınız?" diye sorduğunda Mekkelilerin cevabı: "Evet, inanırız. Zira biz senin bugüne kadar yalan söylediğini hiç duymadık. Seni doğru sözlü biri olarak biliriz." Olmuştu.
O gün, orada bu cevabı verenler, sırf kurmuş oldukları düzene karşı çıktığı için, kendi evlatlarından daha iyi tanıdıkları Resule sırt çevirmişler ve onu delilikle itham etmeye başlamışlardı. Her işlerinde danıştıkları Muhammed(s.a.s) artık tehlikeli bir adamdı ve tecriti hak ediyordu.
Sayıca fazla ve güçlü olmakla övünen Mekkeli müşrikler, "yeni bir din" etrafında kenetlenmiş kırk kişilik grubu da "kolay lokma" olarak görüyor ve "kamuoyunda" olmadık iftiralarla bu ilahi mesajı bastırabileceklerini zannediyorlardı.
Mekke'de durum böyleyken, belki de yeni müslüman olmuş insanlar sayılarının azlığından, güçlerinin zayıflığından dolayı umutsuzluğa kapılacaklarken ilahi mesaj onların bu kaygılarının boşuna olduğu bildirecek ve titremeler, kan ter içinde kalmalar ve kendinden geçmeler eşliğinde Resulullah'a şöyle vahyedilecekti: "Asra andolsun ki, İnsanlar hüsrandadır."
Bu gelen üçüncü vahiydi ve insanoğlunun durumunu kendisine hatırlatıyordu. Zamana yemin ederek başlayan sure "ey insan hüsrandasın" diyor ve surenin devamında ancak hüsrandan kurtulmanın reçetesini sunuyordu.
Ancak iman edip, salih amel işleyenler, birbirlerine hakkı ve sabrı tavsiye edenler müstesnadır.
can can 6 Yıl Önce
eee yani bu makale hayatıma ne sundu.sonuç:herkes konuşuyor; ben de sağda solda topladığım bilgileri birleştirip makale yazabilirim. geç bunları kardeş bunlar sadece zaman kaybı...
1 Yıl Önce
İşte ahiret yurdu. Biz onu yeryüzünde büyüklük taslamayan ve bozgunculuk çıkarmayanlara has kılarız. Sonuç, Allah’a karşı gelmekten sakınanlarındır. [Kasas (28): 83] İblis lanetullahi aleyh, eğitilmesi gereken bir cahil değildi. Durdurulması gereken bir suçlu hiç değildi. Sadece kibirli bir âlim, başkaldırıcı, üstünlük arayan ve inadından vazgeçmeyen birisiydi. Ve yeni yaratılmış bu mahlûka karşı, vücudu kinle doldu. Çünkü, Adem aleyhisselam’ı, Allah’u Teâlâ’nın rahmetinden yoksun bırakılmasına sebep olarak görüp, onu ve evlatlarını, kendisinin düşmanı olarak benimsemişti. Bu yüzden, kıyamete kadar, onları doğru yoldan çıkarmak için mühlet istedi. Ancak, Allah’u Teâlâ bilinen güne kadar mühlet verdi. Melun iblis, Ademoğullarını doğru yoldan saptırmakla tehdit etti. Allah’u Teâlâ Buyurdu: Şeytan dedi ki: “(Öyle ise) beni azdırmana karşılık, yemin ederim ki, ben de onları saptırmak için senin dosdoğru yolunun üzerinde elbette oturacağım. Sonra (pusu kurup) onlara önlerinden, arkalarından, sağlarından ve sollarından sokulacağım ve sen onların çoğunu şükreden (kimse)ler bulamayacaksın.” [Araf (7): 16-17]