Prof. Dr. Şehit Seyyit Kutup A'raf Ruresinin ikinci ayetini tefsir ederken, aynı zamanda bugünkü sistemlerin fotoğrafını da çekiyor. Kapitalizm, Sosyalizm ve kendilerine Müslüman'ım diyen KİMLİK Müslümanlarının da durumunu vuzuha kavuşturuyor. Yazıyı aşağıda beyinlerinize sunuyorum:
"Bu Kur'an, kendisi ile insanları uyarasın ve müminlere öğüt veresin diye sana indirilen bir kitaptır. O halde bu görevi yaparken sakın ruhun sıkılmasın.(A'raf 2)"
Bu gerçeği vurgulamak ve belirginleştirmek üzere hakkındaki açıklamamızı biraz daha sürdürmek istiyoruz:
Günümüzün bütün toplumları cahiliye toplumlarıdırlar. Bundan dolayı bu toplumlar "geri kalmış" ya da "gerici" toplumlardır. Çünkü bu toplumlar islâmın ellerinden tutup kendilerini bataklığından çıkarmış olduğu "cahiliye dönemi"ne "geri dönmüşlerdir." İslâm, günümüzde bu toplumları cahiliyeye dönük geri kalmışlıktan ve gericilikten kurtararak ilâhi değer yargıları ve ölçüleri sayesinde onları "ilerleme" ve "uygarlaşma" yoluna iletmeye çağırıyor, böylesine önemli bir görevle karşı karşıyadır.
İnsanlığın beşeri arzuların kulluğundan, kula kulluktan tam anlamı ile kurtulabilmesi için toplumda yüce egemenliğin sırf yüce Allah'ın tekelinde olması, bu egemenliğin ilâhi şeriatın üstünlüğünde somutlaşmış olması gerekir. Yüce Allah'ın ölçüsüne göre "müslüman" ve "uygar" olmanın tek yolu, tek biçimi budur. Çünkü yüce Allah'ın insanlar için istediği uygarlık toplumdaki her ferdin özgür ve onurlu olması temel ilkesine dayanır. Oysa kula kulluk sistemi yürürlükteyken, onurluluğun ve özgürlüğün varolması sözkonusu olamaz; bazıları yüce egemenlik yetkisini kullanan kanun koyucu ilâhlardan ve ezici çoğunluğu bu sahte ilâhların keyfi arzularına boyun eğen "kullar"dan oluşmuş bir toplumun fertleri asla özgür ve onurlu olamazlar. Öte yandan "yasama" işlevi sadece kanuni hükümler koyma işlevi ile sınırlı değildir. Toplumdaki değer yargıları, ölçüler, ahlâk kuralları ve gelenekler de bu işlevin kapsamına girerler. Bunların hepsi fertlerin farkında olarak ya da olmayarak baskılarına boyun eğdikleri birer "kanun koyma", birer "yasama" ürünüdürler. Bu nitelikteki toplum "gerici" ve "geri kalmış" bir toplumdur; ya da islâm terminolojisinde "cahili ve müşrik" bir toplumdur.
Herhangi bir toplumun birleştirici, ortak bağı inanç, düşünce ve hayat sistemi olur da bu değerler herhangi bir ferdin keyfi arzusu, herhangi bir kulun iradesi yerine yüce Allah'dan kaynaklanırsa, böyle bir toplum "uygar" ve "ileri" bir toplum ya da islâmi terimi ile "ilâhi değerlere bağlı bir müslüman" toplum olur. Çünkü bu durumda toplumun birliği en yüce "insani" hasletlerde -manevi ve fikri hasletlerde- somutlaşmış olur. Buna karşılık eğer bir toplumun birleştirici, ortak bağını milliyet, renk, ırk ve yurt birliği gibi değerler oluşturursa o toplum "gerici" ve "geri kalmış" islâm terminolojisinde "cahili ve müşrik" bir toplum olur. Çünkü milliyet, deri rengi, ırk, yurt birliği gibi ortak bağlar "insan"a ait yüce değerler değildirler. İnsan milliyetten, deri renginden, ırkından ve yurdundan soyutlandığı takdirde yine "insan" olarak kalır, fakat manevi değerlerinden ve düşünceden soyutlandığı takdirde "insan" olma niteliğini sürdüremez.
Bunun yanısıra bir de şu var: İnsan, yüce Allah'ın kendisine sunduğu en yüce bağış olan özgür iradesi ile inancını, düşüncesini ve hayat tarzını değiştirebilir; kavrama, anlama, ikna olma ve yönelme yolu ile sapık olan inanç, düşünce ve hayat tarzını bırakarak doğru inanca, düşünceye ve hayat tarzına geçiş yapabilir. Fakat milliyetini, derisinin rengini ve ırkını değiştiremez; falanca milliyeti ve deri rengini taşıyarak doğmayı önceden belirleyemez; falanca ırktan ve şu yurdun yurttaşı olarak doğmayı önceden plânlaması mümkün değildir. Buna göre bireyleri özgür iradeye bağlı değerler etrafında biraraya gelen bir toplum, hiç kuşkusuz fertlerinin iradesi dışında kalan, bireylerinin tercihlerine imkân tanımayan değerler etrafında biraraya gelmiş bir toplumdan daha ileri, daha ideal ve daha sağlam yapılı bir toplumdur.
Eğer bir toplumda insanın "insan" olma yönü en yüce değer olarak ön plâna çıkarsa, insanı insan yapan hasletler itibar ve ilgi odağı olursa o toplum "ileri" ve "uygar" bir toplum, islâmi terimi ile "ilâhi değerlere bağlı" ve "müslüman'' bir toplum olur. Buna karşılık eğer bir toplumda en yüce değer -hangi biçimi ve tanımı ile olursa olsun "madde" olursa o toplum "gerici", "geri kalmış", islâmi terimi ile "cahili" ve "müşrik" bir toplum olur. Maddenin en yüce değer sayılması ister Marksizm'de olduğu gibi "teorik" anlamda olsun, isterse "maddi üretim"i tapınma derecesinde yücelten, bu uğurda başta ahlâkî değerler olmak üzere bütün insani hasletleri ve değerleri harcamayı hiç çekinmeden göze alan Amerika, Avrupa ve benzeri toplumlarda görüldüğü gibi "maddi üretim tutkusu"anlamında algılansın, farketmez; her iki anlayış da aynı oranda insani değerlere düşman sayılır.
İlâhi değerlere bağlı, müslüman toplum, maddeyi ne "teorik" plânda ve ne de "maddi üretim" düzeyinde küçümsemez. Çünkü teorik plânda içinde yaşadığımız evrenin yapısı "maddeden yararlanma" anlamında da küçümsemez. Çünkü "maddi üretim"i geliştirmek, yeryüzünde yüce Allah'a verilen söze ve O'nun koyduğu şartlara bağlı halifelik görevinin dayanaklarından biridir, maddi üretimin temiz türlerinden yararlanmak helâldir, bu surenin ayetlerini incelerken göreceğimiz gibi, madde uğruna insani hasletleri, insani ilkeleri harcamaya yanaşmaz.
Eğer bir toplumda "insani" değerler ve "insani" ahlâk yüce Allah'ın ölçüsünde olduğu gibi en yüce değerler olarak tutulduğu takdirde böyle bir toplum uygar ve ileri toplum ya da islâm terminolojisinde ilâhi değerlere bağlı, müslüman toplum olur. İnsani değer ile insani ahlâk ne belirsiz ve cıvık ve ne de istikrarlı bir yapısı olmayan değişken değerler değildir. Oysa toplumda kriter anarşisi meydana getirmek isteyenler, başvurulabilecek hiçbir sabit ölçme ve değer koyma kriteri bırakmamayı amaçlayanlar bu değerlerin oynak ve istikrarsız olduklarını ileri sürerler.
Bu değer yargıları ile ahlâk kuralları insanda onu insan yapan hasletleri geliştirirler, bu hasletler sayesinde ise, insan kendine özgü ve hayvanınkinden üstün bir konuma yükselir, onu insan yapan yönü baskınlık kazanır. Bu değer yargıları ve ahlâk kuralları insanda onun hayvanla ortak olduğu yönleri geliştirmiyor. Mesele bu şekilde ortaya konunca kesin ve sabit bir ara-ket, ayırıcı bir sınırlama çizgisi ortaya çıkar. Bu sınır çïzgisi "tekâmül" teorisi taraftarlarının işi sürekli cıvıklaştırma girişimlerine set çeker.
Durum böyle olunca ortada ayrı bir tarım toplumu ahlâkı ayrı bir endüstri toplumu ahlâkı, farklı bir kapitalist ahlâk, farklı bir sosyalist ahlâk olamaz. Toplumun ürünü olan, toplumsal yaşama düzeyinin bağımlı değişkeni olarak ortaya çıkan bir ahlâktan sözedilemez. Saydığımız toplumsal faktörler değer yargılarının ve ahlâk kurallarının üretilmesi ve topluma benimsetilmesi işleminde kesin belirleyici rolü olan bağımsız değişkenler kabul edilemezler. Yalnız uygar bir toplumda müslümanların üzerlerinde uzlaştıkları "insani değerler ve ahlâk kuralları" ile geri kalmış bir toplumda üzerlerinde uzlaşılan -deyim yerinde ise"hayvani değer yargıları ve ahlâk kurallarından, eğer meseleyi islâmi terimler ile ifade edersek "Allah'a bağlı, islâmi değerler ve ahlâk kuralları" ile "cahili ve gerici değerler ve ahlâk kuralları"ndan sözedilebilir.
Hayvani ahlâkın, hayvani değerlerin, hayvani içgüdülerin güdümü altında yaşayan toplumlar sanayide, ekonomide ve bilimde istedikleri kadar ilerlemiş olsunlar, uygar toplumlar olamazlar. Bu kriter, insanın kendisinde meydana gelecek gelişmeyi ölçmede asla yanılgıya düşmez.
Günümüzün cahiliye toplumlarında ahlâk kavramı insanı hayvandan ayıracak bütün değerleri dışarda bırakacak derecededir ve güdüktür. Nitekim bu toplumlarda gayrı meşru cinsel ilişkiler, hatta sapık cinsel ilişkiler ahlâksızlık sayılmıyor. Bu toplumlarda ahlâk kavramı sadece kişiler arası., ekonomik ve siyasî -doğallıkla devlet menfaatinin elverdiği oranda- ilişkileri kapsamına alabiliyor. Bu cahiliye toplumlarının yazarları, gazetecileri, sanatçıları, bütün eğitim ve tanıtma organları genç kızlara, evli kadınlara, delikanlılara, genç erkeklere açıkça "başıboş cinsel ilişkiler ahlâksızlık değildir" diyorlar.
Bu tür toplumlar "insani" bakış açısından ve insani gelişim çizgisinin belirlediği ölçüye göre uygar olmayan toplumlardır. Bu toplumlar aynı zamanda islâm dışıdırlar da. Çünkü islâmlaşma çizgisi, insanın şehevi arzuların tutsaklığından kurtulma çizgisi, insanı insan yapan özellikleri geliştirme çizgisi, bu özellikleri hayvani içgüdülere baskın çıkarma çabasının çizgisidir.
Günümüzün cahiliye toplumlarını tanıtmak için, onların inançtan ahlâkdan ve düşünceden yaşama tarzına kadar her alanda ne denli cahiliye bataklığına gömülmüş oldukları hakkında bundan daha fazlasını söylemek bu tefsir kitabının çerçevesini aşar. Sanıyorum ki, bu kısa değinmeler günümüz cahiliye toplumlarını ana hatları ile gözler önüne sermeye yeterlidir. Bu kısa açıklamamız aynı zamanda islâm çağrısının günümüzdeki amacını, bu çağrının bayraktarlığını üstlenenlerin neler yapmak istediklerini de belirler. Bu amaç insanlığı inanç, ahlâk ve sosyal düzen plânında islâma yeniden girmeye çağırmaktır. Bu Peygamberimizin vaktiyle ortaya koyduğu girişimin aynısıdır. Bulunduğumuz nokta, islâm çağrısının ilk hareket noktasının tıpkısıdır. Şu anda Peygamberimizin, kendisine Kur'an indiği ve yüce Allah'ın şu kitabı ile karşı karşıya geldiği pozisyonun aynısı ile yüzyüzeyiz. Tekrarlayalım:
"Bu Kur'an, kendisi ile insanları uyarasın ve müminlere öğüt veresin diye sana indirilen bir kitaptır. O halde bu görevi yaparken, sakın ruhun sıkılmasın."