Kategoriler

BAŞKA BİR DÜNYA MÜMKÜN

Uzun yolculuklar her zaman ilk tercihim olmuştur. İster tren ister gemi ister karavan fark etmez, yeter ki ara sıra kaçmak isteyin ve bunu gerçekten de yapın. Yoksa bu dünyanın derdi kederi çekilecek gibi değil. Sömestr tatilini fırsat bilip Doğu ekspres ile Kars yolculuğundayım. Uçak ile Ankara’ya yaptığım uçuşun sevimsiz ayrıntılarıyla sizleri boğmak istemiyorum.
Doğu ekspresin yataklı kompartımanlarından birindeyim. Ranzada uzanırken ayaklarımın altından geçip giden dünyayı izlemenin tadını çıkarıyorum. Bir yandan o anın tadını çıkarmak diğer yandan da yorganı kafama çekip başka bir dünyada rüyalara dalmak istiyorum.
Trenden çıkan bulutlar henüz hayal bulutlarıma karışmamışken kapıdan bir adam giriyor.
Pos bıyıklarının uçları sararmış, yüzünde yılların yorgunluğu gözlerinden okunuyor. Orta boylu hafif esmer hatta baya esmer de denebilir. Saçları önden dökülmüş gözleri renkli.Ürkek bir tavırla selam verip karşı ranzanın altına uzanıyor. Garip bir şekilde bir yakınlık hissine kapılıyorum. Sanki çocukluğumuzun ortak yanları varmış gibi.
Meraklı tavırlarla adını soruyorum.
- Mustafa ama bana Keko derler. Sen de Keko diyebilirsin gözüm.
Keko ne demek peki?
- Abi demek kardeş demek bazıları babalarına bile Keko der bizim oralarda.
Hm anladım. Ben de Mazlum. Öyle zulüm görenlerden falan değil, bizim meselemiz zalimlerle anlayacağın.
Karşılıklı gülümsüyoruz. Bu dediğime benim de inanmadığımı biliyormuş gibi gülümsüyordu.
Kars’a neden gidiyorsun Keko?
- Kamyonum orada, geçen hafta kontak kapatma eylemine katıldık arkadaşlarla. Ben de kamyonu Kars’ta bırakıp eve döndüm. Otobüs biletleri almış başını gidiyor. Uçak da bize gelmez, hem bu kıyafetlerle uçağa binmek ayıptır. Bizim için en güzeli trendir. Hem ucuz hem rahat hem de canımız isteyince şu zıkkımı da tüttürebiliyoruz.
Vagon aralığına çıkıyoruz. Rüzgâr sert ama kar kokusu ciğerlerimizi ferahlatıyor. Raydan çıkan sesleri dinlerken uzaklardaki dağları seyre dalıyorum. Sartre’a göre, “Üçüncü dünya bu ses ile kendini keşfediyor ve kendisine sesleniyor.” Sözünü anımsıyorum. Karın sefalet olduğu evlerde çorba içiyorum. Rüzgârın yüzümü yalamasını istiyorum, o an sanki başka bir gezegene yolculuk yapıyorum, uzay boşluğundaymışım da sürükleniyormuşum gibi belki de. Kendi içimde kendimi aradığım ama en kuytu köşede bile yer bulamadığım bir yığınaklar kalabalığındaymışım hissini yaşıyorum.
İnsanların hala samimi olduğu coğrafyalar arıyorum aslında. Kitaplar, köy odaları, sıcak sohbetler arıyorum. Çok yoruldum popüler kültürden, sahte ilişkilerin o kaçınılmaz sonundan!
Nasıl yorulmaz ki insan? Düşünce, yaşanan gerçeklikleri nasıl reddedebilir?  Doğa nasıl hala intikamını almaz insanoğlundan? Bir türlü anlayamıyorum işte. Kendisi dışındaki bütün canlıları görmezden gelen bu vahşi canlıyı nasıl kabullenebilir ki zihnimiz…
Düşünceler dehlizinde boğuşurken, Keko dürtüyor beni içeri geçiyoruz
Kantinden sıcak çay alıyorum. On- on beş dakika arayla çay getirmesini rica ediyorum. Ranzaların tam ortasındaki katlanabilir masada içiyoruz çayımızı. Uzanırken ayaklarımızı pencerenin hemen altındaki ısıtıcının üstüne yaslıyoruz. Penceredeki manzara değişirken dinliyorum Keko’yu.
Keko, okumayı orta ikide bırakıp kamyonculuğa başladığını, aynı zamanda futbol oynadığı yılları başlıyor anlatmaya.
- Elazığ seferinden dönüyorum. Bizim takımın maçı var ben de yoldayım. Nerden baksan 200 kilometre var eve. Beni de kadroya yazmışlar, yetişmek için basıyorum da basıyorum. İkinci devre yetiştim son dakikada golü de atınca tribün sahaya indi yine. Şehir kırmızı siyaha büründü o an. Ben yine kamyonuma koştum yükü boşaltmaya.
Konuşma sıramı beklemeden sadece hayranlıkla dinliyorum. Geçmişe yolculuktaymışım gibi adeta.
Peki, neden kontak kapattınız?
Gelişmemiş ülkelerde tarım ve hayvancılık ön plandadır. Bu gelişmemiş kavramını zihin olarak da algılayabilirsin ama ben ekonomik anlamda kullandım.
Ee, Keko devam et lütfen. – Coğrafya öğretmeni olduğum gerçeğini saklamak istiyorum-
- Bizim gibi ülkelerde Avrupai kurallar uygulayamazsın. Uygularsan aç kalırsın şu anda olduğu gibi. Ben çocuğuma bir çift ayakkabı alamıyorum, bu utancı bilir misim bilmiyorum ama bana böyle yaşayacağımı söyleselerdi bu dünyaya gelmek istemezdim.
- Geçen bir kızın intiharını okuduk gazetelerde. Neydi adı?
Sibel ÜNLİ?
- Evet, o kız. Ben ona çok ağladım. Fanon’un Yeryüzünün Lanetlileri diye bir kitabı vardı bilir misin?
Hayır. Ne yazık ki evimdeki tozlu rafların birinde okunmayı bekliyor.
- Aslında Sibel, bu dünyadaki istenmeyen toplulukları gösteriyor bize. Dışlanmış ötekileştirilmiş yani. Bir de Sibel’in bunları yaşarken ülkenin içinde olduğu ekonomik kaosu da unutmamak lazım. Herkes gibi onun cebine de yansımış ne yazık ki.
- Grigory Petrov’u bilirsin belki eski papazdır kendisi ‘’Beyaz Zambaklar Ülkesinde’’ adlı kitabına öyle bir giriş yapıyor ki; ülke halkının büyük bir kısmının böyle kalabalık ve bilgisizlik içinde kalmasına seyirci kalmak ayıptır. Uygarlık ışığıyla aydınlanan her bir kimsenin buna ilgisiz kalması cinayettir. Ama şu an geldiğimiz duruma bak; insanlar, yazamadıkları gibi yazanları iğneliyor, siyasileştirip eserleri kirletiyor, tiyatrolara dil uzatıyor, kadınları belirledikleri çemberin dışına itiyor. Bütün bunları herkesin gözünün içine baka baka yapıyor ve bunu meşrulaştırıyor. Fazla büyük usta kalmadı demiş Tarkovsky evet, fazla büyük usta kalmadığı gibi kimse de konuşamıyor. Yani hepimizin elleri kanlı ve hepimiz bu cinayete ortağız. Petrov’un Beyaz Zambaklar Ülkesi’nde değiliz belki de. Ama bu kadar da siyah olmamalıydık.
- Bak dostum, bu coğrafyanın kıyılarına küçücük çocuk bedenleri vurdu. Sınırlarımız var bizim insani hudutlarımız yani. Yaradan’ın çizmediği insani ellerin yarattığı hudutlarımız. Yıllar önce bizim insanımız olan insanların yaşadığı acıları bile paylaşmıyoruz. Toplum, ötekileştirmek adına ’’ Suriyeli’’ dediğimiz bir sığınak oluşturmuş ve bu küçücük çocukların oyun diline kadar ilerlemiş durumda.
- Hiçbir suçu olmadığı halde başlayan savaşta evine düşen bombada annesini babasını kaybetmiş bir çocuğun acısını, yasını yaşayamıyoruz.
- Yeni medya o kadar duygusuzlaştırıyor ki insanları. Bütün duygularımızın mavisini yitiriyoruz. Acıya alışıyoruz. Tecavüzcüleri uzun uzun kınayan insanların sosyal medyadaki şovlarını izliyoruz. Telefonla baş sağlığı dileyen insanların samimiyetsizliğinde boğuluyoruz.
Keko kusura bakma ama bir şey soracağım?
- Tabi sorabilirsin.
Sen bunların hepsini nereden öğrendin?
- Her zaman sorarlar ya hani; çok okumak mı, çok gezmek mi diye?
- İşte ben gezerken okudum. Kamyonumda her zaman kitabım vardır benim. Kitap okumak için zaman ayırmamıza gerek yok bence kitap için muhakkak zaman yaratılabilir.
O an zamanımın olmadığı için okuyamadığım kitapları utanarak kızararak düşündüm.
Derin bir iç çekerek; Neyse dostum, başka bir dünya mümkün dedi.
Ellerimi başımın arkasında birleştirip trenin penceresinden akıp giden zamanı izledim. Karla kaplı dağlar, uzun uzadıya akan nehirler, sarp kayalıklar ve yalancı güneş.
Karşımda duran adamın geçmişten mi gelecekten mi geldiğini anlamadım ama bildiğim kesin bir şey vardı; o bu dünyanın insanı değildi.

Yorumlar

Mehmet emin atlı 5 Yıl Önce

Her aileyeöyle keko nasip olmaz başarılarn devamını dilerim

İbrahim Halil DEVECİ 5 Yıl Önce

Süpersin mazlum başarılar keko yu unutmamak eldedegil

Rotinda Al 5 Yıl Önce

Bizim şu an yaşadığımız dünyaya farkındalık yaratmak için böyle kekolar lazım umarım boyle kekoların sayısı çoğalır da belki insanoğlu silkelenip kendine gelir

Nusret karaoğlan 5 Yıl Önce

Merhabalar efendim öncelikle şunu belirtmek isterim ki,hep sizin gibi bir öğretmenimin olmasını isterdim ama tanışmak nasip olmadı arkadaşlardan duyduğum kadarıyla biliyorum sizi. Gerçekten bulunduğunuz faaliyetlerde gösterdiğiniz başarılar ve farklı yaşam tarzınızla bende saygı uyandiriyorsunuz. Bunları duymak sizin hakkınız diye düşündüm

Rojda Kepçeli 5 Yıl Önce

Ahh! Anadolunun güzel Kekoları keşke siz hep konuşsanız da biz dinlesek. Bir insan birden fazla duyguyu bir yazıda,nasıl böyle güzel yaşayabilir?Sorusunun cevabı yazdıklarınızda hocam.Elinize,emeğinize sağlık çok güzel olmuş.

Tüm Yorumlar